Sayfalar

28 Kasım 2012 Çarşamba

#bimilyonneden : Bol bol neden


Geçenlerde Twitter’da #bimilyonneden hashtagiyle karşılaştım. Herkes dünyayı iyi bir yer yaptığına inandığı nedenleri yazıyordu. Kaybolan kedimi bulup eve getiren çocukların yaşadığı sokaktan bakınca, dünyayı iyi bir yer yapan #bimilyonneden bulmak pek de zor değil =)

Bir bumads advertorial içeriğidir.

10 Kasım 2012 Cumartesi

Hastalandık mı?

Annem hasta bakmayı sevmez. Küçükken hastalandığımızda "Anneannenize anneannenize" diye bizi aşağı daireye gönderirdi. Anneannem de mübarek tam bir Florance Nightingale.  Meyveyle vitamin takviyesi, sirkeli sularla ateş düşürme operasyonu, başımızı okşayarak moral takviyesi, yok yok, her şey onda. Düşünün yirmi yedi yaşımdayım, eğer rahatsızlandığımda Ankara'daysam daha annemin "Hastalandın mı?" cümlesine maruz kalmadan hemen aşağı inebilirim. Anneannem kapıda "oy benim güzelim" cümleleri eşliğinde sarılarak alır beni içeriye. Çabucak misafir odasına götürüp sımsıcak örtülere sarar bedenimi. Size bir itirafta bulunayım mi? Ben küçükken hastalanmayı çok severdim. Çünkü ancak o zaman anneannemle aramız iyi olurdu. Onun dışında bilirsiniz, seveceği tarzda bir torun değilim. 

Aslında şu an hastayım dostlar. Bu yazıyı da onun için yazıyorum. Ev arkadaşım da, garibim, benim yüzümden hasta. Ben tam iyileşmeye başladım yazık o da benden kaptığı hastalığı çekmeye başladı. Ev nane limon, ilaç kokularıyla aksırma, öksürme seslerinden geçilmiyor. Ben zaten karşımda hasta görünce elim ayağıma dolaşan koca bir şapşal, ağrılar içinde kıvranan arkadaşımı gördükçe kendimden geçiyorum. Yav, öyle bir şey ki, elinden ilaç içirmek, şifalı bitki çayları pişirmekten başka hiç bir şey gelmiyor. O yanında ateşten tir tir titriyor da gözlerini kaçırıyorsun. Endişeni görüp iyice korkmasın diye. Keşke şimdi anneannem yanımızda olsaydı. 

Ah, bu arada hastalık sadece bir soğuk algınlığı. Görüyorsunuz değil mi halimi. Allah daha büyük hastalıklar göstermesin, ne yaparım yoksa.

9 Kasım 2012 Cuma

Müdür Bey (!)

Okul küçük, öğrenci de az olunca öğretmenlerden birini müdür seçiyorlarmış. Bu sene bu görev bana düştü. Ha diyeceksiniz "Prestijin arttı mı bari?" Ohoo! Arkadaşım sen ne diyorsun, tüm köy, muhtar, diğer öğretmenler önümde... öhö öhö, ne diyordum ben? Yok dostum yok, sadece öğrenciler arasında. Çocukların gözleri bu fazla şen, fazla oynak, fazla eğlenceli öğretmenin müdür olduğunu duyunca sevinçle parlayıverdi. "Artık tüm dersleri resim, oyun ve beden yapar artık." diye mi düşündüler nedir? Hani ana sınıfında tüm dersler böyle işleniyor ya, ondan olsa gerek.

He unutmadan, dikkat buyrunuz, ben Müdire Hanım değil Müdür Bey'im. Zira çocuklarda öyle bir algı oluşmuş ki kadından müdür olamaz. Olsa da adı hanım olamaz.

Misal geçenlerde öğretmen arkadaşlarla beraber bahçede dolaşırken yanımıza çocuklardan biri yanaştı. Bayram sonrası olmalı, şeker ikram etmek istedi zira. Tek tek hepimizi dolaşıyordu ki sıra bana geldiğinde "Bu da Müdür Bey'in." demez mi? "Bey derken?" diye gözlerimi devirdim kıza. Ama kız düzeltme yapmadı, yapamadı. Nasıl yapsın ki, kızın zihninde müdürlerin bayanlarına söylenebilecek bir kelime var mı ki acep? Öyle alık alık baktı, sonra da izin isteyip gitti. Bende "gene olmadı" diyen gözler, karşımda bana gülen iş arkadaşları...

Yok dostlar yok, ne dediysem olmuyor. Ünvanım müdür bey kaldı(!)

Aman neyse ne, bırak dağınık kalsın.

3 Kasım 2012 Cumartesi

Wwaakk You!

- Haydi kitap gibi kız, bize çalıştığın köyde başından geçen bir olayı anlat.

- Pekala. Sizi mi kıracağım ayol, hemen.

Bir bahar sabahı andımız törenini yapıyorduk. Çocuklar topluluk önüne çıkıp bir şeyler yapmaya meraklı tabi. "Ben de, ben de" çığlıkları ve "hep onu çıkartıyorsunuz ama" sitemleri eşliğinde üç dört öğrenci çıkarttık. "Rahat, hazır ol!" komutu verdikten sonra başladılar okumaya. "Türküm, doğruyum, çalışkanım. İlkem..." dediler fakat devamı gelmiyor. Böyle bir sessizlik kapladı etrafı. Tek duyulan ses okul bahçesine yayılmış kazlardan boğazlanıyormuşcasına gelen vaklamalar. "Yahu ne oluyor, hayvan mı öldürüyorlar?" demeye kalmadan tüm okul, öğretmenler "kafa sağa çevrileceek, çevir!" komutu almışız sanki, çeşme yanındaki kazlara bakmaya başladık ki ne görelim. Kazlar çiftleşmeye çalışmıyormuymuş. Oha lan, yok mu sizin kümesiniz. Kahkaha koyversen olmaz, "Dönün önünüze ayıptır." desen olmaz, olmaz oğlu olmaz. Ne yapacağımı bilemedim. Tek bildiğim onları röntgenlemek zorunda kaldığımdan mütevellit döktüğüm utanç terleri. Ama benden hariç herkes nasıl davranacağını biliyormuş meğer. Önce an kadar kısa gelen zamanda kazları izlediler. Yoğun, kesik vaklamalar son buldu sonra. Kafalar tekrar karşıya bakmaya başladı. Öğrenciler hiç bir şey olmamış gibi, araya reklam alınmış diziymişcesine devam etmeye başladılar. "...küçükleri korumak, büyükleri saymak. Yurdumu milletimi özümden çok sevmektir..."