Sayfalar

12 Kasım 2013 Salı

İğneye Gel!

Şu anda bu yazıyı üzerinde oturmakta zorlandığım popomun acıları eşliğinde yazıyorum. Doktor baktı, verdiği antibiyotikler işe yaramıyor, daha güçlü olsun diye, iğnede karar kıldı. Daha doğrusu ben istedim. İyi de halt ettim.

Bir hafta boyunca her gün günde iki sefer bu iğneden vurulacağım. Ve hayatımda da daha önce hiç iğne vurulmamışım. 

Yahu, iki gün içinde popomdan bu kadar şikayet ediyorsam, galiba yedinci günün sonunda koltuğa sadece yan oturabileceğim demektir.

Ama allahı var, iğne de iğne ha, şak diye dinçleştiriverdi beni. Artık evde dolaşırken daha az yoruluyor, boğazımın hrıltısından daha az şikayet ediyorum.

Şimdi benim "iğne(!)" gözlemlerime gelirsek;

Bir kere ben doktorun iğne sıvılarını bir kutu içinde vereceğini sanmıştım. Sonra birden eczanede 14 kutu görünce şoka girdim. "Lan lan lan! Yoksa bir sene boyunca kalçam delik deşik mi olacak diye düşünürken, eczacı yüzümden anlamış olacak, "Her birinde bir ampul var." dedi de rahatladım.

Akşam iğnelerini, tabi, yakın hastanenin acilinden olabiliyorum. Ayy! Felaket oralar yahu. Bak, gözünüzde bir hayal edin. Bir tarafta hemşire ve diğer personeller şakalaşarak konuşuyor, diğer tarafta hastanın birinin öğürtüyle karışık kusma sesleri geliyor. Daha ötede yarı baygınca sayıklayan yaralı bir adamı kapıdan içeri sokuyorlar. Bense gözlerim şok ve korku dolu, hemşirenin iğneyi hazırlayışını seyrediyorum. Çıldırmamak işten değil. Neyse ki sabah iğneleri için aile hekimliğinin sakin ve sessiz koridorları var.

He bir de ilk iğne oluşumdan sonra, hani o bastırdıkları pamukla donumuzu yukarı çekeriz ya, hah, bende öyle yaptım, hastaneden çıkıp yolda yürürken bir yandan da istemsiz olarak, ara ara acıyan yerime dokunuyorum. Yav, yavaş yavaş dokunduğum yer iyice ıslanmasın, pantolonumun üstünden ıslaklığı ben hissetmeyim mi? Aha, dedim, "Popom şakır şakır kanıyor." Hayır yani kan kaybından ölsem, hiç şık olmaz. Düşünsenize, hakkımda çıkan haberleri."Gaddar hemşire R.S, R.B'nin poposunu iğne ile deşerek, kan kaybından ölümüne sebep oldu." Allahtan bir kaç saniye sonra, pamuğun- o steril sıvı neyse artık- onunla ıslatılmış olduğunu hatırladım da derin bir "ohh!" çektim

Vel hasılı kelam, hayatımda ilk defa iğne olan biri olarak diyebilirim ki, şu anda küçüklüğünden beri penisilin iğnesi vurulan insanlara bir acıdım, bir acıdım ki sormayın. Bu acı yeniden ve yeniden çekilir mi yav!

Not: Bir de benim hastanelerle ilgili şu yazımlarım da varmış.

Nereden nereye. Demek ki daha önceleri- ben çok hastalanmazken her şey daha toz pembe geliyormuş. Ama şimdiyse o öğüren adamın yerinde ben de olabilirdim diye düşünmeden edemiyorum. 

9 Kasım 2013 Cumartesi

Ben Hastalanınca...

Ben hastalanınca dünya başıma yılıkıyormuş gibi hissederim. 

Ayrıca sanki çevremdeki herkes benden nefret ediyormuş, benim gerçekten hasta olduğuma inanmıyorlarmış gibi hissederim.

Ben hastalanınca beni sevmeyen insanlara kafamı takarken yakalarım kendimi. Her an beni küçük düşürmek için planlar hazırlıyorlarmış gibi. Onlara o anlarda söylenecek bir sürü cümleyi hazırda tutarım mesela.

Ben hastalanınca kimse benimle ilgilenmiyormuş gibime gelir. Mızmızlanır da mızmızlanırım. Bana biri "Şunu niye şöyle yapmadın?" diye söylenecek olsa, "Şuna bak. Bir tas çorba yapıp da geçmiş olsun demiyor da hasta insanı sıkıştırıyor!" diye carlayıveririm.

Ben hastalanınca beni sadece "Oyy kıyamam!" diye başımı okşayanlar seviyormuş sanarım. Benimle ilgilendiklerini belli etmek için etrafımda dört dönmeleri lazım. (Misal anneannem)

Ben hastalanınca annemin benden habersiz alışverişe çıkması, kardeşimin bebeğiyle çok ilgilenmesi bile gözüme batar. ("Lan kızınız, bacınız burda ölüyor siz ney peşindesiniz!")

Ben hastalanınca psikopatlaşıyorum. Sonra biraz sosyopatlık da işin içine giriyor. İnsanları azarlamayı boynuma borç biliyorum mesela. Duygusal terminatöre dönüşüp ya ağlayıp milleti bunaltıyor ya da kelimelerimle işkence edip onları ağlatıyorum.

Ben hastalanınca her an ölebilirmişim gibi hissederim. Öksürdüğüm zamanlarda elime, mendilime bakarım mesela. Kan ve ya iltihap neyin olabilir değil mi?

Anlayacağınız ben hastalanınca manyak oluyorum. Deli oluyorum. Bana fazla yaklaşmamakta yarar var. O anlarda sadece "Kitap Gibi Kız eğitimini başarıyla bitirmiş olanlar" yanıma yaklaşsalar iyi ederler. Zira hırr! Isırabilirim.

* * *

Sonra iyileşirim. Ve aklımdan o habis düşünceler, psikopatlıklar pırrr, birden uçuverir. Yaşamak güzel, hayat güzel, çiçekler, böcekler, hayvanlar güzel...

Tabi şeyler de var. Çevremde bana atılan tripler... Hastayken kaç kişinin kalbini kırdıysam artık.

Not: Hastayken pek insan içine çıkmam bu yüzden.
Not2: Bu aralar da yazılarımda hep kendimle uğraşıyorum. Anlamadım, gitti. 

8 Kasım 2013 Cuma

Kendine Nazar Değdirmece

Ben küçükken, bizim komşular arasında çok meşhur bir laf vardı., "Çok övme kendini, nazar değdireceksin." diye. Hah, ben  buna "Hadi ordan!" deyip gülerdim ya artık yıllar geçtikçe buna daha çok inanmaya başladım. 

Hoş belki de buna inandığım için başıma gelen şeyleri kendime değdirdiğim nazara yoruyorum. Ya da hakikaten ben çok acayip pis bir bakışa sahibim. Ve kapalı kapta kalmış akrepler gibi sadece kendimi sokabiliyorum. 

Neyse fazla uzatmadan neden bu kanıya vardığımı söyleyeyim.

- Mesela daha az önce "Öf bee, ne de güzel çay yaparmışım!" dedim. Pat! Çaydanlığı masaya devirdim. Az kaldı bilgisayarı haşlıyordum.

- Sonra ne zaman güzel bir kıyafet giyip "Yakıştı be, güzel oldum." diyerek yolda kurumlu kurumlu yürüsem, pat! Anında ayağım tökezler. 

- Ne zaman, bir önceki seferde mükemmel bir kek yapıp iyi bir ahçı oldum diye sevinsem, ertesi kekin kalınlığı bir santimi geçmez olur. Bir keresinde de bi arkadaşıma sana mükemmel bir sebze tava yapacağım demiştim de, yemek meydana geldiğinde lapa gibiydi. Kabakla patlıcanlar püre olup tabakta iğrenç bir şekilde içli dışlı yatmaktaydılar.

- Makarnama erkek kardeşim bayılır misal. Ama "Sen seversin, tam senin istediğin gibi şöyyle lezzetli bi spagetti yapayım da, ye." diyerekten yaptığım makarnamın rezalet olduğuna çok şahit olmuşumdur.

- Efendime söyleyim, güneş gözlüğüme hayran hayran bakarken elimden düşürürüm, cep telefonuma bayılıyorsam, kesin kaybederim, flash diskimin çok kullanışlı olduğuna dair düşüncelerimi mutlulukla ansam bir kaç güne kalmaz bozulur vs. vs. vs.

Tabi her tuhaf inanışı olan kişiler gibi ben de başıma gelenleri engellemek için bazı çarelere başvuruyorum.

Örneğin, kıyafetlerim yakıştıysa aynada fazla oyalanıp fikir beyan etmez, makyajımla alakalı aklımdan fazla yorumlar geçirmemeye çalışır, yaptığım yemeklerle alakalı övgülü konuşmamaya çabalarım. 

Ama maalesef, zaman zaman kendime verdiğim sözü unutup çayı işte böyle devirebiliyorum. 

* * *

Peki ey bu yazıyı okuyan kişizade. Sen ne diyorsun bu işe, söyle bakalım.

4 Kasım 2013 Pazartesi

Telef hindi-Telef kaporta

Sonunda bu da oldu. Sabah sabah işe giderken yolda bir hindiye çarptık. Ee, yol köy yolu, arabayı kullanan hoca da hızlı sürerse olacağı budur. 
Olay şöyle gelişti.

Biz üç öğretmen otomobilimize binmiş okula gidiyorduk. Arabayı kullanan hocanın canı mı sıkıldı nedir, "Dur bu sefer farklı bir yoldan gidelim." dedi. Önceki gittiğimiz yol sürekli inişli çıkıştı olduğundan fazla hız yapamıyordu. Bu yeni denediğimiz yolsa dümdüzdü. Asfalt kaymak gibi. Yolda gelen gecen araba da yok. Adamımızın resmen kanı bitlendi. Bastı da bastı gaza. Hayır bir şey diyemiyorsun ki, hocam yavaş gidin desen ben nasıl kullanacağımı biliyorum diye tersleyiveriyor. Sonra tabi köyün içine girmeye başladık. Girdik girdik girdik, derken karşıdan karşıya geçen hindileri gördük. Tabi- hayatı tespih yapıp sallayan hindi kardeş- hariç. Bu hindi "yeter amk, batsın bu dünya!" diyerekten atlamasın mı önümüze. Fren yapsak savrulacağız, direksiyonu ani kırsak devrileceğiz, el mahkum çarpıverdik hindiye. Hindi bir tarafa savruldu, kaportanın parçaları öte tarafa. Ayy, hayvandan öyle tüyler uçuştu ki gözümün önünden gitmiyor ya. 

Kaportaya mı yanarsın, hindiye mi yoksa kazada ölen hindinin parasını ödeyeceğimize mi?

Neyse köye vardık sahibini bulduk. Hindi sahibi "Canınız sağ olsun." diyerek para almak istemedi allahtan. Zira böyle durumlarda hindi oluyor sana adeta bir manda, bir su aygırı. Öyle kıymete biniyor ki ne kadar para isteyeceklerini şaşırıyor manyaklar. 

Yahu kardeşim, hayvan sahibi de niye asfalt yolda başıboş gezdiriyor hayvanlarını?
Peki bizim hocaya ne demeli, niye köy yolunda 90'la gidiyorsun? Tamam o yola çocukların çıkmayacağını biliyoruz. Araba da çok az geçiyor. Ama ya hayvanlar?
Neyse dönerken akıllandı da yavaş yavaş şehre ulaşıverdik. 
Şimdi araba tamirde. Bakalım ne zaman yapılıp meydana çıkacak?