Sayfalar

4 Mart 2012 Pazar

Ah Takıntım Vah Takıntım

Bazen kendimi alakasız bir şeyi takıntı haline getirmiş şekilde yakalıyorum. Hoş rahatsız değilim bu durumdan da ah şu etraftaki insanların dudak büküp bakmaları yok mu?

Bundan beş altı yıl önce kule vinçleri takıntı haline getirmiştim. Sanki çok önemli bir sınava hazırlanıyormuş gibi, işleyişini, yüksekliğini, getirdiği kazancı, vinç operatörlerinin ne kadar kazandığını, prestijini falan sorgulayıp duruyordum. Her gördüğüm kule vincin resmini çekiyor, netten onun ilginç resimlerini topluyor, inşaat mühendisi, mimar bilumum bu sektörle uğraşan herkesin kafasını sorularımla ütülüyordum. Lan öyle manyaktım ki Ankara Güvenpark'ta otururken termosuyla dolaşarak çay satanlardan bir bardak alır kule vinç manzarasına karşı içerdim. Üsküdar'daki kütüphanenin marmaray şantiyesi manzaralı olmasına dikkat eder, o gün vinç çalışmıyorsa eğer "Allah allah, hava günlük güneşlik, niye dönmüyor ki?" diye hayıflanırdım. Boğaz köprüsünden otobüsle geçerken deniz değil vinçler mest ederdi beni.

Yanımdaki arkadaşlar ilk başta gülüp benle dalga geçerken yavaş yavaş ayak uydurmaya başladılar. O sarı metal zürafaları gördükçe "bak" diye gösterir oldular. Bana resimlerini çekip getirmeye, kendiliklerinden onun hakkında öğrendikleri şeyleri süratle yetiştirmeye başladılar. Bazıları bir kafeye oturduğumuzda şantiye manzaralı tabureyi verirlerdi bana. 

Bu takıntım yüzünden kendimi asla doğal hayata gidemeyecek kötürüm bir belgesel manyağı gibi hissediyordum. Üzülüyordum deli gibi yahu. Ama en sonunda canıma tak etti. "N'apıp etmeli, o şantiyeye girip vinçleri yakından görmeliyim." dedim. Güvenpark'ta otururken çantamdan eski püskü bir defter çıkarıp anket soruları hazırlamaya giriştim. Öyle coşmuştum ki soruların ne kadar aptalca olduğunu fark edemiyordum bile. Yazmam bitti. Şöyle düzeltmek için baktım, pek bir şeker olmuştu sorular. Hızlıca meydandaki şantiyenin teneke kapısına varıp kapıya güm güm vurmaya başladım. İçeriden sırıtık, tuhaf, genç bir bekçi çıktı. Öyle kaynağı nereden geldiği belli olmayan bir öz güven gelmişti ki hemen konuşmaya giriştim. "Merhaba ben Marmara Üniversitesinde okuyorum. Kule vinç operatörlerinin psikolojik baskı süreçleriyle ilgili bir araştırmam var. Operatörünüz'le görüşebilir miyim?" Yahu şu cümlenin ucubeliğine bakın hele. Neresinden tutsanız elinizde kalır. Bekçi de salak değil ya anlatı tabi. Beni şöyle "martaval okuma" diyen bakışlarıyla baştan aşağı süzdü süzdü süzdü. Sonra gözlerini gözlerime dikip "Şu an çok yoğunuz, başka bir gün gelin." deyip şrakk diye gıcırtılı kapıyı yüzüme kapattı. Bir kaç saniye öylece kapıya bakakaldım. Sonra da şöyle bir "n'oluyo yav" diye silkinip evin yolunu tuttum kös kös. 

Gerçi bu olay beni vinçlerden vazgeçirmemişti ama bir daha şantiyelerin önünde ciğerci kediler gibi dolaşmamı da engellemişti doğrusu. Neyse ki şimdilerde bu takıntımdan kurtuldum. Darısı diğer takıntılarıma ve takıntılı insanlara...

Not: Yahu kenarda azıcık üyesiyle facebook sayfam duruyor. Beğenseniz pek şükela olur.

5 yorum:

  1. bu takıntıntan kurtulmanı neye borçlusun? kendiliğinden uçtu gitti mi yoksa =)

    YanıtlaSil
  2. kedi... yavaş yavaş oldu sanırsam. birgün bi baktım, kule vinçlere öyle aşkla bakmıyorum.

    YanıtlaSil
  3. benim oğlum sa eskavatörlere takmıştı, oyuncak ne kadar eskavatör varsa topluyordu eve Allah'tan gerçeklerini getirelim demiyordu, şimdilerde pek aramıyor hatta hiç oralı bile olmuyor:)yani olur bazen öyle...

    YanıtlaSil
  4. Bu demek oluyor ki hala büyüyoruz. Sevindirici haber ;)

    YanıtlaSil
  5. kitap eylemcisi... öyle oluyor ve sonra geçiyor.

    burak bektaş... hakkaten bak bu açıdan hiç bakmamıştım.

    YanıtlaSil

Yorum alın, yorum yapın. Bloglara can verin.