Sayfalar

27 Temmuz 2012 Cuma

Klasik Müzik, Uydudan...

Hiç paramız yoktu. Bazen olur. Bazen pek çok aileye olur. Kış mevsimindeydik. Ben Ankara'da oluğuma göre yarı yıl tatili olmalı. Erkek kardeşim üniversite sınavlarına hazırlanıyordu, annemse açık öğretim fakültesi sınavlarına. Bense gene dönemsel "İngilizce çalışmalıyım." krizine tutulmuştum.

Buz gibi bir Ankara gecesinde doğalgazımız bitmiş, elektrik sobası yakıp fatura kabartma lüksümüzse hiç yoktu. Elimizde sadece küçük bir tüp. Annem, erkek kardeşim ve ben. Dipdeki oturma odasına doluştuk. Kapıyı sımsıkı kapatıp, küçük tüpte su ısıtıp buharıyla odanın havasını ılıtmaya çalıştık. Kaynar suyla çay demleyip ders çalıştık. Ortam sessiz, çok sessizdi. Kat kat kazaklarla oturduğumuz yerimizden sadece bardağımıza çay doldurmak için kalkıyorduk. Nedendir bilmem bir de klasik müzik dinliyorduk. Uydudan. Kesin benim kaprislerimin kurbanı olmuşlardır. "Klasik müzik zeka açar." Aslında pek öyle hangi bestecinin hangi sonatı vs. anlamam. Sadece bir şeylerle ilgilenirken rahatlatır o kadar. Garip ama o gün hiç ses etmemişlerdi benim bu şımarıklığıma.

O gece çalışmamız bitti. Tüpü özenle kapattık. Aynı odada üzerimizdeki kazakları hiç çıkarmadan yorganlarımıza sarınıp yattık. Annem o sene sınavlarını verip açık öğretim fakültesinden mezun oldu. Erkek kardeşim- o kadar da sır kapılı bir durum değil ya- başarılı olduğu söylenemez. Üniversite hayalleri bir başka bahara kaldı. Ben, hala ingilizce çalışıyorum. Umarsızca.

***

Gecenin bir vakti ev elemanları uyumuş, ben de elime kitabımı almışken nedendir bilmem uydudan radyo dinlemek geldi içimden. Tv'den radyoyu tek ben dinlediğimden en son hangi kanalı açtıysam hep onu bulurum karşımda. Şimdiyse bir baktım o soğuk, su buharında ısınmaya çalışırkenki radyo açık kalmış. Birden o ana ait bütün anılar, resimler, sesler hücum etti beynime. Tutamadım içimde. Yavaşca kalktım, bilgisayarın başına geçtim.

26 Temmuz 2012 Perşembe

Ruhsal Yamultu Kaynağı

Anneme göre erkek olsam çürük raporu verip askere almazlar bani. O kadar çok doktora gidiyorum zira. Aslında biraz abartıyor. Sadece üst solunum yolu hastalıklarından biraz fazla mustaribim o kadar. He bir de jinekolog maceralarım var tabi.

Kendimi bildim bileli adet düzensizliğim var. Öyle ki ileride çocuk sahibi olmaya çalışırken geciken reglimi hamileliğe değil doğrudan yumurtalık kistine yorabilirim, o derece yani. Bu zamana kadar pek öyle düzenli bir tedavi olayına da giremedim açıkçası. Artık adına ister vurdum duymazlık deyin, ister düzensizlik, ister doktorların tam bir facia olması. Neyse en sonunda Diyarbakır'da düzenli bir iş sahibi olup da hayatım kendi kendine bir düzende akıp gidiyorken, dur dedim, şu jinekoloğa bir daha gideyim.

Yıllardır jinekologların kötü muamelesinden illallah etmiş ben için bu, büyük bir gelişme doğrusu. Neyse ki gittiğim doktor bu sefer öyle ilgili, öyle tatlı çıktı ki anlatamam. Foliküler bilmem ne kist varmış. Doğum kontrol hapı kullanmalıymışım. Eyvallah dedim ama başıma gelecekleri nereden bilebilirdim ki. Bir kere ruhsal olarak yamuldum gitti. Bir melankoliklik, bir gereksiz yere ağlamacılık, bir anaçlık, bir kimseye kıyamamcılık ne bileyim böyle duygusal, vara yoğa alınan aptal bir kız oldum çıktım. Baktım olmuyor. Lanet olsun kistine de hastalığına deyip yarım bıraktım ilk kutuyu. "Doktor hanım- dedim.- Bu böyle olmayacak. Başka bir şey kullansam olmaz mı?" Kadın demez mi? "Yapacak bir şey yok. Böyle yaşamaya alışacaksın." diye. "Ama- dedi.- Daha hafif olduğuna inandığım bir ilaç var, onu vereyim." Evet haklıydı. Melankolim biraz azaldı. Ama anaçlığım son gaz devam ediyor ve üstüne üstlük kilo aldırması da cabası. kullandığım iki kutu sonucunda tam dört kilo aldım. Eğer bu hızla devam edersem eylülde Diyarbakır'a uçak bileti almama gerek kalmayacak. Yuvarlanarak da kısa sürede varabileceğim çalıştığım şehre.

Tevekkeli değil kadın ilacı yazarken sizi bir de diyetisyene yönlendiriyorum demişti de sallamamıştım. Fakat şimdi "diyetisyen de diyetisyen." diye yana yana geziyorum. Yarın bir gün ona da giderim herhalde. Ay ya, hiç de sevmem diyet usulü yemek yemeği. Beni hayatımdan soğutuyor o bir kibrit kutusu peynirler, iki dilim çavdar ekmekler. Annemle de papaz olduk zaten. Bana bakıp bakıp "Hiii, şu karna bak, şu kollara, kalçaya bak." deyip duruyor. Tam bir kırmızı alarm durumu anlayacağınız.

Neyse dostlar ben gideyim de biraz yürüyüş bandıyla dostluğumu geliştireyim. Malum spor da lazım.

Not: Doğum kontrol haplarının asıl kullanım alanına bakarsak, tam bir paradoks. Hem hamile kalmanı engelliyor, hem de içine fazladan anaçlık duyguları zerk ediyor. Anlayan beri gelsin.

19 Temmuz 2012 Perşembe

Turlar Bana İki Beden Dar Geldi.

Selam dostlar nasılsınız? Diğer yazılarımın birinde söyledim diye hatırlıyorum. Artık bir laptopum yok. İnternete sadece cep telefonumdan giriyor, yazılarıysa zar zor telefondan gönderebiliyorum. Şimdiyse İstanbul'da kız kardeşimin evinde bilgisayar buldum kaçırır mıyım? "Kardeşim sen kahvaltıyı hazırla ben şurda iki blogumla ilgilenip geliyorum." deyip başladım yazmaya.

Gençlik treninden erken ayrıldım. Ulan ben en son turla gezdiğimde Hacettepe'nin ilk sınıflarındaydım. Uzun bir süredir kendi başıma gezen biri olarak etrafta sürekli ekip başlarının, hadi geç kalmayın, oyalanmayın diyen insanların bulunduğu kalabalık bir yer olan gençlik treni beni boğdu attı. Sivas'ta Buruciye medresesinde serbest zaman anında hemen yolun karşısına geçip İstanbul'a bir bilet aldım.

Neyse deneme yanılmayla gördüm ki bana turlar yaramıyor. Yalnız gezmeye devam. Stop!

Not: Kuzular benim cep telefonumdan gelen yorumlara cevap yazmak o kadar zor oluyor ki anlatamam. Bu yüzden mümkün olduğunca yorum bölümüne bulaşmıyorum. Çok çok özür.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

malatya tren garinda


Tren garinda gençlik treninin gelmesini bekliyorum. Etrafta şamataci ve bir o kadar da tıfıl kız var. fotoğraf da garda bekleyen kızlardan bir görüntü, az önce çektim. Allahım o kadar küçükler ki kulaklarına eğilip "yaşınız tutuyor mu bakayım sizin" demek istiyorum.

Yav arkadaşlar yok mu benim bindiğim trene binen biri. Tanışırdık, süper olurdu.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Gezi şansım açılıyor mu ne


Dostlar şu an Sinop Gerze'deyim. Marmara'dan sınıf arkadaşımın memleketinde. Burası insanı ağlatacak kadar güzel, sakin ve huzur dolu. Yukarıdaki fotoğraf Gerze'den bir kare. Naçizane cep telefonu kameramla çektim.

Tabi büyük şehir manyağı olan ben için uzun süren huzur alerji yapıyor. Bu yüzden yarın yola çıkıyorum. Sonuçta her şeyin bir başı bir de sonu vardır değil mi? Bende Gerze'in sonuna gelmiş bulunuyorum. Bundan sonraki durağım önce Samsun ardından da malatya olacak. Buradan gençlik trenine bineceğim. Heyooo... Yaşasın netten başvurduğum gençlik treni projesine kabul edildim. Dört gün boyunca Elazıg, Malatya, Sivas, Divriği, Kayseri ve Adana'yı gezeceğiz. Gerçi Kayseri'ye daha önce gitmiştim ama bir iki defa. Yani hiç sorun değil.Ya hu düşünsenize bir de Ankara'yı gezdiren trenlerden birine kabul edilseydim. Ay korkunç, yeni yerler göreceğim diye seviniyorsun ama gene kendi memleketin, gene kendi memleketin.

Not: Dostlar elimin altında nete girip yazı yazabileceğim şey sadece cep telefonum olduğundan yazı düzeni biraz ilkel oluyor. Tatilimi bitirip ankara'ya gittiğimde hepsini elden geçirebilirim umarım.

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Gidemedim, Gezemedim...


İzmir'deyim şu an dostlar. Yarın da saat 16 gibi sinop otobüsüne bineceğim. Tam on sekiz saat sürecek. Gerçi uzun yollara alışkınım ben.

Aslında geçen yaz istanbul'dan izmir'e üç günde gittiğim gibi bunda da böyle yapacaktım ya evdeki hesap çarşıya uymadı. Bazı parasal sorunlar peydahlandı, benim de gezme işlerimin bir kısmı suya düştü. Allahtan Diyarbakır'dayken hasankeyf'e, malabadi köprüsüne falan gittim de o kadar üzülmedim bu duruma. Sonuçta yarım dönemdir hiç bir yeri gezmemiş adam değilim.

Aslında sorun bu gezme işlerine bir türlü para ayıramayışımda. Hep bir aksilik, hep bir paranın gitmesi gereken yerler... Yeni öğretmen olarak yeni kıyafetler almam gerekti misal. Sonra ev eşyaları vs. vs. vs. Hoş ben de hiç sütten çıkmış ak kaşık değilim yani. Oscar wilde gibi "bana lükslerimi verin ihtiyaçlar sizin olsun" diyerek dolanıyorum etrafta. He benim lükslerim cafeler tabi. Oralara döktüğüm para maaşımın nerdeyse üç te birini oluşturuyor. Bak şimdi şu müsrifliğimden nefret ettim yeminle.

Var ya oh olsun bana. Şöyle gezememezlikten dolayı iyice sıkıntıdan patlayım ben. Hem belki iyi olur, bu sıkıntıları düşünüp bir dahakine paşa paşa para biriktirebilirim.

Neyse dostlar görüşürüz. Daha gidip sinop için valizimi düzenlemem gerekiyor. Bye...

5 Temmuz 2012 Perşembe

küflenmis bürokrasi örneği

Diyarbakır'ın ofis semtinde il halk kütüphanesi var. Şimdi hatırlamıyorum ama sanırım başka yazılarımın birinde şöyle bir bahsetmiş olmalıyım. Neyse efendim fazla uzatmadan kütüphanenin kemikleşmiş ve insanı çileden çıkartan bürokrasisine bir örnek vereyim.

Süreli yayınlar bölümünde adı sanı pek duyulmamış ama şirin mi şirin bir edebiyat dergisine rastladım. Makaleri felaket hoşuma gitti. Dedim ki "du bi şunların fotokobisini çekireyim de elimde dursunlar." Hemen danışmanın yanına gittim. Fotokobi çektirmek istediğimi söyledim. Adam yukarı çıkıp malzeme odasına gitmemi söyledi. Yukarı çıktım oda kapalı. Oradaki memurlardan birine odanın kilitli olduğunu söyledim. Memur ne dese beğenirsiniz, aşağı danışmaya inip bilmemne beyi telefonla odaya çağırmalıymışım. Tİn tin aşağı indim. Hayır ben sanıyorum ki o bey gelecek ve fotokobi işlerim bitecek. Ama hiç de öyle olmadı. Bilmemne bey biraz sonra giriş kattaki bir odadan çıktı. Beni de arkasına katıp yukarı çıkmaya başladı. Odaya baktı, kilitli. Başka bir odaya baktı gene kilitli. Ofladı pufladı acil miydi falan dedi. Hiç istifimi bozmadım. Zar zor önce bir anahtar buldu. O başka
odayı açtı. Ben sanıyorum ki makine burda. Yok içeride değildi. Adam oradan başka bir anahtar aldı. En sonunda gidip malzeme odasının kapısını açabildi.

Fotokobi cihazı daha fişe bile takılmamıştı. Fişini taktı, düğmesine bastı. Makine zar zor çalıştı. Kopyalar üretildi. Sıra geldi paraya. "borcum ne kadar?" dedim, demez mi "ona ben bakmıyorum. Bir üst kata çıkın falanca beye sorun." Tamam dedim oflayarak. Falanca beyle merdivenlerde karşılaştım. Fotokobi parasını sordum. Sayfası 50 krş dedi. Yuh! Resmen soygunculuk. "Beyfendi bu kadar ucret mi olur?" diye cırlayıverdim. Falanca bey bilmem artık diyerekten beni müdürün odasına yönlendirdi. Artık iyice sinirden fıttıracak durumda amirin mekanına girdim. Müdür beyle şöyle ufaktan bir münakaşa yaşayarak makul bir fotokobi fiyatı belirledik ve ben alt tarafı 10 sayfa kagıt icin koca bir saat aşağı  in, yukarı çık debelenip durdum.

Ya dostlar, öyle çıldırdım ki daha da o kütüphane kitap almak ve birşeyler okuma dışında hiç bir şey yapmıyorum.