Sayfalar

24 Mart 2012 Cumartesi

farklı kültürsüzüm

daha önce bilmediğin bir kültürde öğretmen olmak hakikaten tuhaf. Tamam Diyarbakır'a gelmeden önce dizilerden falan az çok bir şeyler kapmışlığım var ama yeterli olmuyor işte. Misal çocukların tuhaf batıl inançları. Kertelkele görünce dişlerini sayıyorlar. Çünkü onlar saymazsa kertelkele gelip geceleyin dişlerini sayarmış. Ya da tırnaklarım uzun olduğu için şeytan kaşığı yaftası yiyorum. İlginç farklılıklarda var tabi. Örneğin çocuklar ev resmi yaptıklarında hiç çatı çizmiyorlar. Yani daha doğrusu ben öyle sanıyordum. Hatta çatısı nerde bu evin diye belirttiğim çok olmuştur. Sonra şöyle bir baktım köye bir tane bile çatılı ev yok. Hepsi üzerinde yataklar bulunan damdan ibaret. Allahım salağım ben dedim var ya. Çocuklar tabi çevrede gördüğünün resmini yapacak. Bunların haricinde bir de sürekli köyle şehir arası gidip gelmek de var. Toz topraktan akşam üstü ve hafta sonları hareketli bir şehir hayatına geçiyorsun. Daha bir kaç saat önce bir köy evinde tandır ekmeği yerken akşam nezih bir kafede oturuyor buluyorsun kendini. Tamam ne var ki bunda diyorsunuz. Tabiki hiç birşey yok. Sadece bu hızlı geçişler dengemi fena sarsıyor, onu demek istiyorum. Not: bu aralar komik yazı yazmak istiyorum aslında. Dur ben bunun üzerinde çabalayım.

17 Mart 2012 Cumartesi

içimin özetinin özeti

soyut yazacagım bugün. Karışık seyler yasıyorum. Hiç olmadıgım kadar rahat, hiç olmadığım kadar boşum. Belki bilirsiniz anasınıfı öğretmenleri genelde çok çalışır. Materyal hazırlama felan. Ama benim ücretliden kalma taze etkinliklerimden mütevellit boşun boşuyum. Her sey elimde ve kafamda hazır. Bir sürü bir sürü arkadaş edindim. yalnız öğretmen arkadaş ortamlarından yakında kusacağım. Geçen hafta kalabalık bir grupta çocuğun bir tanesine senin branşın ne diye sordum da bana polis demesin mi? Sanki görülmedik meslek. Nasıl şaşırdım anlatamam. Herkesin derdi farklı. Kimi evlenmelik kız/erkek arıyor, kimi yatacak yeni yüzler, kimi de sadece benim gibi takılmak, eğlenmek, gülmek. Ve harbi bana encok bu takılma meraklısı dostlar samimi geliyor. He ben bu arada ya ıyy gıcık ya da ay ne samimi, enerjik yaftası yiyorum. İyi mi kötü mü? Not: su 3g'li telefonlardan aldım. Kfam ekrandan ayrılmıyor. Ha bire nette dolaşıp duruyorum. Radyasyon manyağı olacağım, yakındır.

6 Mart 2012 Salı

Peşin Fikirliliğin Zararlarından bir Kuple

Bazen bilmediğim bir şey hakkında saatlerce dalga geçip coşabiliyorum. Sonra aslında ne olduğunu öğrenince de hönk diye kalıyorum.

Malum artık yerimiz Diyarbakır'da sabit, ondan bir örnek vereyim. Buranın ünlü bir alışveriş merkezi var. Adı Ninova. Bu kelimenin anlamını bilmeyenler için, kulağa ne kadar batılı geliyor değil mi? Ulan diyorum bende "Ne diye buraya ait bir kültürden kelime koymazlar ki, şuna bak Ninova. Ne bileyim Dicle Avm olsaydı, Amed avm, Tigris avm ya da Diyar avm" (Aklıma pek öyle havalı isimler gelmedi, idare edin.) 

Dalga geçiyorum, milleti güldürüyorum, kendimden geçip eğleniyorum derken bir gün okuduğum bir kitapta "Yezidiler şehri Ninova" yazısı geçmesin mi? Kitap da Mehmed Uzun'un Dicle'nin Yakarışı hani. Tam buralardan bahsedeni yani. Kitaba tekrar tekrar bakıyorum, yok canım yazım hatası falan yok, bal gibi de Ninova. Sonra  baktım bu böyle olmayacak, araştırdım soruşturdum daha doğrusu vikipedi'ye baktım ki ne göreyim. Ninova'nın dicle nehri kıyısınıa kurulmuş Asurlular'ın başketi olduğu  yazmıyor mu? Allahım, cahilliğimden değil ama salak salak etrafta yaptığım şebekliklerden öyle utandım ki anlatamam.

Bu da böyle bir peşin fikirliğimin anısıdır işte. Neyse dostlar bana müsaade. Daha gidip yanlış bilgi verdiklerime dağrusunu anlatma gezi turlarına çıkaracağım.

4 Mart 2012 Pazar

Ah Takıntım Vah Takıntım

Bazen kendimi alakasız bir şeyi takıntı haline getirmiş şekilde yakalıyorum. Hoş rahatsız değilim bu durumdan da ah şu etraftaki insanların dudak büküp bakmaları yok mu?

Bundan beş altı yıl önce kule vinçleri takıntı haline getirmiştim. Sanki çok önemli bir sınava hazırlanıyormuş gibi, işleyişini, yüksekliğini, getirdiği kazancı, vinç operatörlerinin ne kadar kazandığını, prestijini falan sorgulayıp duruyordum. Her gördüğüm kule vincin resmini çekiyor, netten onun ilginç resimlerini topluyor, inşaat mühendisi, mimar bilumum bu sektörle uğraşan herkesin kafasını sorularımla ütülüyordum. Lan öyle manyaktım ki Ankara Güvenpark'ta otururken termosuyla dolaşarak çay satanlardan bir bardak alır kule vinç manzarasına karşı içerdim. Üsküdar'daki kütüphanenin marmaray şantiyesi manzaralı olmasına dikkat eder, o gün vinç çalışmıyorsa eğer "Allah allah, hava günlük güneşlik, niye dönmüyor ki?" diye hayıflanırdım. Boğaz köprüsünden otobüsle geçerken deniz değil vinçler mest ederdi beni.

Yanımdaki arkadaşlar ilk başta gülüp benle dalga geçerken yavaş yavaş ayak uydurmaya başladılar. O sarı metal zürafaları gördükçe "bak" diye gösterir oldular. Bana resimlerini çekip getirmeye, kendiliklerinden onun hakkında öğrendikleri şeyleri süratle yetiştirmeye başladılar. Bazıları bir kafeye oturduğumuzda şantiye manzaralı tabureyi verirlerdi bana. 

Bu takıntım yüzünden kendimi asla doğal hayata gidemeyecek kötürüm bir belgesel manyağı gibi hissediyordum. Üzülüyordum deli gibi yahu. Ama en sonunda canıma tak etti. "N'apıp etmeli, o şantiyeye girip vinçleri yakından görmeliyim." dedim. Güvenpark'ta otururken çantamdan eski püskü bir defter çıkarıp anket soruları hazırlamaya giriştim. Öyle coşmuştum ki soruların ne kadar aptalca olduğunu fark edemiyordum bile. Yazmam bitti. Şöyle düzeltmek için baktım, pek bir şeker olmuştu sorular. Hızlıca meydandaki şantiyenin teneke kapısına varıp kapıya güm güm vurmaya başladım. İçeriden sırıtık, tuhaf, genç bir bekçi çıktı. Öyle kaynağı nereden geldiği belli olmayan bir öz güven gelmişti ki hemen konuşmaya giriştim. "Merhaba ben Marmara Üniversitesinde okuyorum. Kule vinç operatörlerinin psikolojik baskı süreçleriyle ilgili bir araştırmam var. Operatörünüz'le görüşebilir miyim?" Yahu şu cümlenin ucubeliğine bakın hele. Neresinden tutsanız elinizde kalır. Bekçi de salak değil ya anlatı tabi. Beni şöyle "martaval okuma" diyen bakışlarıyla baştan aşağı süzdü süzdü süzdü. Sonra gözlerini gözlerime dikip "Şu an çok yoğunuz, başka bir gün gelin." deyip şrakk diye gıcırtılı kapıyı yüzüme kapattı. Bir kaç saniye öylece kapıya bakakaldım. Sonra da şöyle bir "n'oluyo yav" diye silkinip evin yolunu tuttum kös kös. 

Gerçi bu olay beni vinçlerden vazgeçirmemişti ama bir daha şantiyelerin önünde ciğerci kediler gibi dolaşmamı da engellemişti doğrusu. Neyse ki şimdilerde bu takıntımdan kurtuldum. Darısı diğer takıntılarıma ve takıntılı insanlara...

Not: Yahu kenarda azıcık üyesiyle facebook sayfam duruyor. Beğenseniz pek şükela olur.

3 Mart 2012 Cumartesi

Kartalkaya'yı Ateşleyenler



Hayalin bir dağın tepesine karlarla kaplı olsa da ateşle iz bırakmak kadar zor bir şey olsa bile peşini bırakma. Önce hayal eder, sonra o hayale inanırsın; nasıl yapabileceğini tasarlar ve denersin, yılmadan. Yeterince denersen, neden olmasın?

Onlar tam da bunu yaptı. Karlarla kaplı Kartalkaya’nın zirvesine ateşle iz bırakabileceklerine inandılar. Burn, sadece ihtiyaç duydukları cesaret ve enerji desteğini sağlayarak bir hayali ateşledi. Onlar da tutkularının peşinde yola çıktılar. Boardlarını hazırladılar, pompalarla modifiye ettiler, rampalarını kurdular ve kaydılar. Olmadı, baştan aldılar, onları amaçlarına ulaştıracak şartları gerçekleştirmeyi başarana kadar, tekrar tekrar.

Ve 3. gün de bitip gece yarısı olduğunda Kartalkaya’da istedikleri ateşi yakmayı başardılar. Çektikleri videoyla da ‘İçindeki kıvılcım nasıl kocaman bir ateşe dönüşür’ü hepimize gösterdiler. Tutku ve cesaretle yanmayacak ateş yoktu, inandık. Burn, gençleri tutkularından başka bir şeye kulak asmadan, istediklerini alana kadar denemeye, vazgeçmeden denemeye çağırıyor. Tutkuları cesaretle besleyen kocaman bir ateş yakmak için Burn gençleri ateşlemeye devam edecek.

İçindeki kıvılcımı farket ve büyüt. Burn ateşler.

http://www.facebook.com/BurnTurkiye

Bir bumads advertorial içeriğidir.