Sayfalar

24 Nisan 2013 Çarşamba

İlk Çekilişimin Sonuçları Belli Oldu. "Göçebe" ve "Yazın Öyküleri"

Dostlar hatırlarsanız çekiliş yapacağımı, bunun sonunda da kazananlara "Göçebe" ve "Yazın Öyküleri" kitaplarını hediye edeceğimi söylemiştim.


Efendim yoğun rağbetin(!) yaşandığı beş kişi arasındaki çekilişimi az önce gerçekleştirdim.
İlkel yöntemlerle tabi.
Bir kağıdı küçük parçalara böldüm.


 Yorum sırasına göre kişileri numaralandırdım.


 Ardından elimin altında olan ilk şeye, az sonra içeceğim kahvemin fincanın içine koydum.


 Ardından attım "Vira bismillah!" diyerek elimi. 
İlk çıkan talihli "2" numara oldu. Böylelikle "zehra" arkadaşımız "Göçebe" nin sahibi oldu:) 


 Sonra bir daha attım elimi. 
İkinci çıkan talihli "1" numara oldu. Ve "Handan Ergül" arkadaşımız da "Yazın Öyküleri" kitabının sahibi oldu:)


 Efendim şimdi sıra geldi demlenen kahvemi yudumlayarak, bilgisayarı açıp talihlilerin kimler olduğunu yazmaya:)

   

Katılan arkadaşlara teşekkür ediyor, "biricik" rumuzuyla bu aralar hiç bir yazımı yorumsuz bırakmayan dosta selam ediyor, kazanan arkadaşlarıma tebriklerimi sunuyorum.
 
Bir daha ki yazıya kadar esen kalın kuzular.

Not: İletişim ve adres bilgileri en geç 26 nisan'a kadar gönderilmezse hediye geçersiz olacak ve yeni çekiliş yapılacaktır. 
Mail: kitapgibikiz@gmail.com 

Not2: Ptt kargo ile göndereceğim. Adres vermek istemezseniz size en yakın ptt şubesini de söyleyebilirsiniz.

16 Nisan 2013 Salı

Xperia Z, Sony'nin efsaneleri tek telefonda


Çekim kalitesi mükemmel olan hatta suyun altından bile cam gibi görüntüler alabilen yeni nesil Sony telefonu. Kamerası 13 megapiksel ve cep telefonları için özel Sony Exmor görüntü sensörüne sahip. Ayrıca full hd video kayıt özelliğiyle de gönülleri fethediyor. Işığın tersten gelmesi, yeterli güneş olmaması sorunları tarihe karışıyor üstelik suya dayanıklı olduğu için suyun altında bile çekim yapılabiliyor. Telefonun pil ömrünü daha da uzatmak için eklenen stamina özelliği de büyük avantaj. Bu özellik sayesinde, ekran kapalı olduğunda pili bitiren uygulamalar otomatik olarak kapatılıyor ve ekran açıldığında tekrar devreye sokuluyor. Böylece telefonun pil ömrü dört kata kadar artıyor. Ekran kapalıyken bildirim almaya devam etmek istediğiniz uygulamaları seçip, sadece onların çalışmaya devam etmesini de sağlayabiliyorsunuz.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

15 Nisan 2013 Pazartesi

Eski Ev Arkadaşım Nasıl Evlendi?

Geçen cumartesi yine "Evde pinekleyeceğim, hiç dışarı çıkmaya halim yok." diye evin içinde sütçü beygirleri gibi dolanırken arkadaşım, 
"Kitap gibi kız, bizimkinin nikahı varmış bugün. Sana söylemeyi unuttum." demez mi? 
Ona da dün haber vermiş. "Lan, dedim, bunlar karnı şişirdi de yıldırım mı yapıyorlar?" 
Valla ne yalan söyleyim. Kötü düşündüm. Meğer bayağıdır uğraşıyorlarmış da bize yeni haber vermişler.
 
Çekinmiş olabilirler tabi. Sonuçta yeni eve çıkarken kıza "Sen gelme!" demişim. Ama şu yazıda anlattığım üzere, haklıydım yani.

Neyse saat sabahın on buçuğuydu, telefon ettim. "Kız nikahın varmış, adresi ve saati ver de gelelim." dedim. Acayip sevindi. Hatta fazla sevindi ki tuhaf gelmişti bana. Sebebini gidince öğrenecektim.

Lakin öncesini anlatayım bir.

Öğle vakitlerinde, ev nikahı olacakmış. Belki bu işler böyle yürüyordur ama bana garip geldi doğrusu. Düşünsenize, nikah memuru "Siz hazır olunca beni evimden alırsınız." demiş. Randevu usulü değil miydi bu işler, yoksa ben mi yanlış biliyorum? Efendim, bu soruyu bir kenara bırakırsak, törenin başlaması için herkesin toplanması gerekiyormuş. Biz de ev arkadaşımla beraber fazla bekletmeyelim diye koştur koştur hazırlanmaya giriştik. Vaktimiz çok azdı. Belki iki saat içinde banyo yapmış, giyinmiş, süslenmiş, fön çektirmiş ve makyaj yapmış olmalıydık. İkimizde gardrobumuzdan kurtarıcı elbiseler aramaya başladık. Bulduk bulmasına ya benim çorabım, arkadaşın da uygun ceketi yoktu. Hızlıca evden çıkıp hayatımızın en hızlı kıyafet alışverişini yaptık. Sonra son bir sürat, doğru eve... Makyajı yaptık ya föne vakit kalmadı. Arkadaşım saçını topuz yaptı bense tel tokalarla basit bir şekil verdim. Gene de bayağı bir şekle girmiştik.

Eski ev arkadaşımın yeni konutuna ilk defa gidiyordum. Çağırmıştı ama ne bileyim pek hazzetmediğimden hiç içimden gitmek gelmemişti. Fakat nikah deyince işler değişiyor. Bir görev duygusuyla gidiveriyorsun işte.

Ev küçük bir şehir kenarı site dairesiydi. Salon ancak dokuz bilemedin on kişi alırdı ve zaten biz de o kadardık. Ben, ev arkadaşım, onun erkek arkadaşı, gelin kızın iş arkadaşı ve onun ev arkadaşlığından kontenjanlı biri daha. Damadınsa sadece tek bir arkadaşı vardı! Ah bir de nikah memurunu unutmamak gerek. İşte gelenlerin hepi topu bu! Meğer bizim gelin kızın hiç arkadaşı yokmuş. Yani geçen dönem bir iki arkadaşını görüyordum ya neden gelmediler ben de merak içerisindeyim. Bazıları "Ee insan o kadar aksi, iğne dilli olursa..." diye yorum yaptılar. Ayy, dedikodular, dedikodular...

Anne yok, baba yok, kardeş yok. Nikahta hiçbir akraba yok! Arkadaşlarsa; bir iş arkadaşı ve onun arkadaşı. Bir de biz yani yeni evlerine "Gelme" diyen eski ev arkadaşları. Durum bu kadar vahim dostlar. 

Simdi anladınız mı "Geliyoruz nikaha." deyince neden çok sevindiğini.

Kızı oğlanın ailesi istemiyormuş, onlar da nikahı kıyıp emri vaki yapmaya karar vermişler. Oğlan da herhalde ailesine yetiştirmesinler diye diğer arkadaşlarını çağırmamış. Kızın ailesi zaten ülkenin ta öbür ucunda. Hoş uçak denen bir şey var ya niyeyse onlarda gelmemiş. Böyle buruk fakat mutlu bir törendi işte. Şaka maka üzüldüm yahu. Gerçi bakın, yine de yüzleri gülüyordu. Başarmanın sevinci desek yalan olmaz.

Minik bir beyaz pasta, meyve suyu, kola almışlar. Onu kesip elleriyle servis ettiler. Hep bereber hatta- nikah memuru da dahil- hepimiz yedik, içtik, bol bol fotoğraf çektik. Sonra da yeni evlileri fazla rahatsız etmemek için erkenden yanlarından ayrıldık. Balkondan gülümserek teşekkürlerle el salladılar bize. 

Demiştim pek hazzetmiyorum diye. Fakat "Yiğidi öldür hakkını yeme." demişler. 

Helal olsun onlara!
Ah, unutmadan tabi,

ALLAH MESUT ETSİN DOSTLAR
DARISI TÜM EVLİLİK DÜŞÜNENLERE...


13 Nisan 2013 Cumartesi

The Beetle. Yeniden yepyeni.


O, yıllar boyunca yüzünden hiç eksik etmediği kocaman gülümsemesiyle kalpleri fethetti. Ama şimdi bize farklı bir yüzünü gösteriyor. Çekici hatları ve sportif duruşuyla herkesin aşık olabileceği, seksi, güçlü ve etkileyici bir yüz.



21.yüzyıla özel Beetle karşınızda.

Yıllar önce milyonların ayağını yerden kesti.
Şimdi nefesleri kesiyor.

Beetle yollara ilk çıktığında yakıt tasarrufunda devrim yaratmış ve herkesin ulaşabileceği bir hareket özgürlüğü getirmişti. Sonra yakıt tasarrufuyla performansı bir arada sunan TSI ve TDI motorlar geldi ve bu, yakıt veriminde yeni bir dönüm noktası oldu.

İşte bu motorlar sayesinde, günümüzde sürüş keyfinden ödün vermeden tasarruflu bir şekilde araç kullanmak mümkün. Tıpkı Beetle’da olduğu gibi... Yeni Beetle’ın motorlarının gücüne ve DSG şanzımanın sunduğu sürüş keyfine karşı koymak çok zor. Yolda ona yetişmek isteyenlerin işi, daha da zor.

The Beetle 1,2 lt TSI 105 PS, 1,4 lt TSI 160 PS benzinli ve 1,6 lt TDI 105 PS tiptronik DSG motor seçenekleriyle sürüş keyfini doruğa çıkarıyor.

Şimdi daha sert görünüyor.
Ama her zamankinden daha eğlenceli.

21.yüzyılın Beetle’ı, navigasyon-radyo ve eğlence sistemleriyle Beetle ruhundaki eğlenceyi dışa vuruyor. Renkli dokunmatik ekranı, 30 GB dahili hafızası, harici ses girişi ve SD kart yuvasıyla eğlencenizi her yere yanınızda taşımanıza olanak tanıyor. Üstelik mobil telefon hazırlığı, Türkçe dil seçenekli navigasyonu ve bluetooth gibi özellikleriyle yolculuklar hiç olmadığı kadar keyifli.

Dışına yansıyan, içinin güzelliği.
Beetle’ın sıradışı tasarımı, yalnızca dış görünüşüyle sınırlı değil. Beetle ruhu, içeride de kendini hissettiriyor. Çift bölgeli tam otomatik klima sistemi klimatronik, çok fonksiyonlu deri direksiyon simidi, şık bir krom çıtayla süslenmiş gösterge paneli ve alımlı deri döşemeleri, ambiyans aydınlatması ve daha pek çok ayrıntı, iç mekanın diğer şık ve işlevsel ögeleri.





21.yüzyılın Beetle’ı ile tanışmak ve onu yakından görmek istiyorsanız sizi Volkswagen Yetkili Satıcılarına bekliyoruz.

http://tr.beetle.com/tr/tr/home



Bir bumads advertorial içeriğidir.

12 Nisan 2013 Cuma

İlk Çekilişim: "Göçebe" ve "Yazın Öyküleri"

Selam Dostlar, nasılsınız;
Valla bir çekiliştir gidiyor. Herkes bir şeyler hediye etme peşinde. Ben de kenardan öyle konuk sanatçı gibi izliyordum ki bugün artık harekete geçip "Yahu, benim neyim eksik." dedim
Ve bir çekiliş yapmaya karar verdim:)

Şimdi armağanlara bakalım.

"Stephenie Meyer - Göçebe" ve "Buket Uzuner - Yazın öyküleri"

Şartlar;

- Öncelikle nerede hesabınız varsa oradan çekilişin duyurusunu- görseli ve linki de ekleyerek- yapacaksınız. Yani blog, twitter ya da facebook.

- Ardından linkinizi bu yazının altına yorum bırakarak haber verecek ve çekilişe katılacaksınız.

- Hepsi bu:)

Çekilişte ilk çıkana "Göçebe"yi ikinci çıkana ise "Yazın Öykülerini" vereceğim.

Çekiliş tarihini 24 Nisan olarak belirledim. Kazananları blogta aynı gün ilan edeceğim. Eğer ödül sahibinin sesi 26 Nisan'a kadar çıkmazsa çekilişi ertesi gün tekrar edeceğim.


Haydi Vira Bismillah!

9 Nisan 2013 Salı

Tabletteki Hürriyet değil, tablete özel Hürriyet


Hürriyet, Türkiye’nin en çok okunan gazete uygulaması Hürriyet E-Gazete’den sonra Hürriyet Tablet uygulamasını da hayata geçirdi. “Tabletteki Hürriyet değil, tablete özel Hürriyet” sloganıyla tanıtılan ve Apple Store’da 1 numaraya yerleşen bu yeni uygulama kullanıcılar tarafından oldukça beğeniliyor.

2011 yılının Mart ayında hayata geçirilen Hürriyet E-gazete uygulaması bugün, Türkiye’nin en çok okunan tablet gazetesi olmayı başarmış durumda. Toplamda ücret ödeyen abone sayısı 16 bine ulaşarak, ücretsiz rakiplerinin ulaştığı rakamları geride bırakırken; Hürriyet okurları, E-Gazete uygulamasını günlük 50 bin, haftalık 350 bin kez ziyaret ediyor.

Tablet okurunun beklentisinin farklılaşması ve ilgi alanlarının değişmesiyle, okurlar artık okuduğu haberin videosunu da izlemek, farklı spor dalları hakkında analizler okumak, dünyadan ilginç fotoğraflar görmek, içeriği 'parmağının ucunda' hissetmek istiyor. Hürriyet Tablet uygulaması tam da bu beklenti ve ihtiyacı karşılamaya yönelik hazırlanmış bir uygulama.


Bir haftadır Apple Store’da en çok indirilen uygulamalar arasında 1 numarada yer alan Hürriyet Tablet’te, Manşet, Güncel, Ekonomi, Spor, Kelebek, Seyahat bölümlerinin yanı sıra Cumartesi ve Pazar eklerinin bambaşka yorumları yer alıyor. Günün videosu ve foto galeriler oldukça beğenilirken, HTML5 tabanlı bir uygulama olduğu için reklamverenler için de oldukça cazip.

Tablet bilgisayarların tüm olanaklarını kullanan yeni Hürriyet Tablet uygulaması, App Store ve Android Market’te, ücretsiz.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

8 Nisan 2013 Pazartesi

Carson Mccullers-Küskün Kahvenin Türküsü

Carson Mccullers diye bir yazar ablamız varmış. 1967 yılında ölen bu ablamız şu anda benim okuduğum "Küskün Kahvenin Türküsü" kitabının da yazarı. 


Kitabın içinde yedi tane öykü var. Yedi tane sevgiyi anlatan, Yedi tane sıradanlığın gölgesinde sıra dışı öykü.

Tuhaf ve tekinsizler. Komik fakat hüzünlüler. Bitter çikolata yersiniz ya kakao oranı %90 hah, onun gibi acı ama zevk veren hikayeler. Ah bir de oldukça sürükleyiciler.

Kitabı bana çok çok çok sevdiğim bir arkadaşım verdi. "Neden kitap okumayı sevmiyorsun?" diye aptalca bir sorgulamaya girişmiştim. O da bir gün bir cafede onu beklettiğim zaman iş bankası yayınlarına girip satın almış. Tamamen tesadüf. Kitabı elinde tutmuş, bakmış kapak resmi güzel, isim etkileyici. Alıvermiş. 

Okumadı tabi. Bana verdi sonra. "Ben okumayı sevmiyorum benim yerime sen oku, anlatırsın." demişti. Ne zamandır elimde bekliyordu. En sonunda dünün vermiş olduğu sıkıntıyla elime bir aldım ki bırakamadım. Seksen beş sayfalık ilk öyküyü bir çırpıda bitirdim. Şimdi yarısındayım.
Efendim okuyun pişman olmayacaksınız.

Buraya kitap ve yazar hakkında bir kaç link koyuyorum. Umarım işinize yarar.
link 1 link 2 link3 (Daha çoğu için google amca hizmetinizde.)

Not: İlk defa bir kitap postu giriyorum. Haydi hayırlısı.
Bi de kitap yazıları için blogta özel bi etiket köşesi koyacağım. Şimdilik biraz yazı biriksin. Belki kitap yazıları yazmaya devam edersem yeni bi blog açabilirim.

Evden Bildiriyorum...

Ev kadınlarının neden evlerinin bal dök yala olduğunu anladım. İnsanın her şey gözüne batıyor da ondan. "Bu çerçeve neden eğri?" diyorsun mesela. "Koltukların yeri değişse nasıl olur?" diye düşünüyorsun. Kavanozlar iki günde tozlanmaz ya gözüne batıyorlar bir kere. Hoş ev hanımları gayet işe yarayan şeyler yapıyorlardır fakat  ben alışkın olmadığımdan mıdır nedir, hafta sonu boyunca evden dışarı adımımı atmadım ve çoğu da boş beleş olan bir sürü şey yaptım. 

- Sepetteki azıcık çamaşır gözüme battı, attım makineye.
(Enerji israfı oldu. Çamaşır biriktirebilmek için onlarla fazla göz göze gelmemek gerekiyormuş. Yani evden ara sıra çıkmak.)

 - Bilgisayarımın sırt bölümü jelatinini pembe sakızla tutturdum. 
(Dışarı çıkıp güzel bir jelatin alabilirdim ama evden çıkmayınca elde olanlarla idare etmek gerekiyor.)

- Bulaşıları yıkadım, ocağı sildim, yemek yaparken geri kirlettim. Odamı, mutfağı, banyoyu tertemiz yaptım. Yetmedi kızların da çamaşırlarını makineye attım. Kuruyanlarını kaldırdım. 
(Bunu fazla yapmamak gerekiyor. Zira tecrübelerimden biliyorum ki senin olmayan bir işi arka arkaya yaparsan o iş senin olur.)

- Tarhana çorbası yaptım. Evde salça yoktu ve dışarı çıkıp almaya üşendiğim için acı sos ve konserve makarna sosundan koydum. Ayçiçek yağı da kalmadığı için zeytin yağı ve tereyağını karıştırdım. Sarımsak yoktu tatlandıracak, ezemedim. 
(Zeytinyağını her yemekte düzgün kullanamıyorum bu yüzden çorbanın ahvalini soracak olursanız, hiç bir şeye benzemiyordu. Gerçi sabah işe alelacele giderken o açlıkla güzel gitti.)

- Bayat ekmekleri küçük küçük doğrayıp fırında kızarttım. Bizim evin de kıtırlı domates çorbası yapma ihtimali var artık. 
(Ama içimden bir ses onların öylece kalacaklarını yazın değerlendirsin diye taa Ankara'lara anneanneme götüreceğimi söylüyor. Zira atamam da, o kadar emek harcadım.)

- İki tane film, bir tane upuzun dizi izledim. 

- Aliminyum folyoyla kaplanacak ne varsa kapladım, öğrencilerime bir sürü faaliyet hazırladım.

- Evde ne var ne yoksa yedim. Azdı yiyeceklerim çünkü üşeniyordum çıkmaya. Ev arkadaşıma da ısmarlayamazdım. Demez miydi bana "E be arkadaşım, bakkal apartmanın altında!" diye. Bir kaç küçük gofret, ağzı açık kalmış paketten yumuşamış cipsler, sevmediğim yarım yağlı sütle kahvaltılık gevrek, dünden kalmış börek, kutunun dibinde kalmış labne peynir, sertleşmiş lokum yedim. Aralarda bol bol su, gazı kaçmış kola, sallama çaylarla demleme çay, bayatlamış filtre kahve içtim. Evde hiç bir şey kalmadı!

Paragrafa not: Buradan da ev kadınlarının neden hızla kilo aldıklarını açıklamış oluyorum. Yapacak hiç bir işin olmaması ağzı doldurmakla sonuçlanıyor.

Pazar gününün sonuna doğru "Evden çıkmalıyım artık." dedim ama sonra içimdeki minik şeytan şöyle seslendi. "Aman boş ver. Yarın işe giderken zaten dışarı çıkmış olacaksın."


7 Nisan 2013 Pazar

Ben Liseliyken...

Geçen cuma eve doğru yürürken liselilerin paydos zamanına denk geldim. İtişerek, bağırarak ve neşeyle çıkıyorlardı okullarından. Aralarında kayboldum. Birden eski lise anılarım canlandı. Sanki çok sevdiğim arkadaşım Aynur örgüsünü savura savura yanıma gelip omzuma dokunacak ve "Niye beni beklemeden dışarı çıktın?" diye çıkışacak.

Tasasız, çirkin ve dağınıktım. Tek derdim üniversitede hangi bölümü kazanacağım ve gözlediğim çocuğun beni fark etmesiydi. Hoş fark etmese de olurdu. Her gün yeni birine bakıyorduk. Bakmıyorduk aslında eğleniyorduk. Amaç gülmekti. Ne olursa olsun! Benim gibi bir kaç kızla birlikte her şeyle dalga geçerdik. Öğretmenler, okulun en çalışkan çocuğu, sınıfın rockçı kızı, en arka sırada kendine çeyiz işleyen, sevgilisine kazak ören Serap, müdür, hademe, eteğini eğri kıvıran Mine, karşı yoldaki marketin kasiyeri vs. 

Eteğim dizimin hemen altında, lacivert çoraplar, kaba saba bir spor ayakkabı ve dışarı çıkartılmış beyaz gömlek. Saçlarım siyah, kaşlarım orman, yürüyüşüm paytaktı. Kitap okuyorduk tabi. "Harry Potter!" Bak bir derdim de buydu. J.K Rowling'in biraz daha hızlı yazıp seriyi tamamlaması. Cep telefonu da derdimdi. Sınıfta telefonu olmayan az kişiden biriydim. Bayağı imrenirdim. Şimdiyse bazen, bazı insanlar için asla ulaşılır olmamayı istiyorum. Pahalı aletti cep telefonu. Annem onun yerine test kitapları almayı yeğliyordu.  Üstelemezdim. Acilen üniversiteyi kazanmam gerekiyordu. Ders çalışmaktan nefret ediyordum zira. Ve bir daha asla o stresi çekemezdim.

Kantinden soda almak havalı bir şeydi. Bir kere o havaya kapılıp alayım dedim, içemedim. Kimselere çaktırmadan okul koridorlarındaki koca saksılardan birinin içine boşalttım. Oh mineraller iyi gelsindi, kauçuk ağacına.

İyi olan derslerim sadece matematik ve onun küçük kardeşi geometriydi. Meğer o da öğretmenin kolay anlatmasından kaynaklanıyormuş. Hacettepe Matematiği kazandığım zaman bunu kafamı duvarlara vura vura öğrendim. Hoş matematiğimin iyi olduğunu düşünmeme sebep sınıfımın bir sözelci kadar sayılardan uzak oluşuydu aslında. Ben ve benim gibi cebiri biraz çakozlayanlar güneş gibi parlıyordu aralarında. Ee, ver gazı ver gazı, sonra Hacettepe'de alırlar havanı. Neyse çok şükür bir sözelci olduğumu sonunda kabul edip Marmara- okul öncesi öğretmeliğine kayıt olmayı başardım. 

* * *

Hey gidinin liseli bebeleri. Nerelere götürdünüz beni.


6 Nisan 2013 Cumartesi

Benden Haberler -2-


- Bu sefer aklıma ne geliyorsa yazacağım. Anlaştık mı?

"Kelebeğin Rüyası"na gittim ben bir ara. Ağlamak değil de böyle insanın içine işleyen bir hikayesi var. Böğrüme öküz oturuyormuş gibi hissettim resmen. Sonunun kötü biteceğini her karesinde biraz daha gözüne sokuyor insanın. Yalnız filmler pek çok konuyu öğrenmek için en önemli çağrışım şubeleriymiş. Bir kere Mükellefiyet kanunu ne demek bilmiyordum ben. Öğrenince şoka girdim. 1940 yıllarında Zonguldak'ın kırsalında yaşayan erkekler için madenlerde çalışma zorunluluğu varmış. Suç işleyen mahkumlar, askerlik zamanı gelen erkekler hep buralarda çalışıyorlarmış. Madenden kaçmak da büyük suçmuş. Size bir de linkler vereyim. Belki işinize yarar.



- Bu aralar beni benden alacak sürükleyici çıtır çerez kitaplar oluyorum sadece. Mehmet Murat Somer'in kitapları, Alacakaranlık'ın yazarından "Göçebe" filan. Kafam pek çok konuyla o kadar dolu ki, zihnim ağır şeyleri sindirmeden kusuveriyor. Hiç bir şey anlamıyorum okuduklarımdan.

- Bir ay oluyor, annem geldi Fransa'dan. Altı aydır orada ablamın bebeklerine bakıyordu. Çok özlemişim yahu. benim de mart sonu mini bir Ankara ziyaretim oldu. Kısa, öz ama mutluluk verici cinsinden.

- Devlet yurdunda kaldığım zamanları hatırlıyorum da 10-12 kişilik odalarda nasıl da uyumuşum. Şimdi aynı evde yaşadığım kız yan odada gitar çalışıyor da dıngırtısından radyonun sesini iyice açarak uyuyabiliyorum. He bu arada o kızı evden gönderdim ben. Gerçi "git bu evden!" demedim. Olay aynen şöyle gelişti. Şu yazıda anlattığım gibi evi değiştirdik. Evde sene başı itibatiyle dört kişi olmuştuk. Bu gelme dediğim kız bu dönemin  başında "Kendi başıma eve çıkacağım, ev bakıyorum." diye söyleyip duruyordu. Ama ne çıktığı vardı, ne de tam olarak kalacağının belirtisi. Bizde hep bir tedirginlik... En sonunda kalan üç kişi olarak ev aramaya başladık. Bulduk, tuttuk kontratı imzaladık. Taşınmamıza artık beş altı gün var yok, tutturmasın mı "Ben de sizle geleceğim." diye. Artık az kişiyiz diye evi de küçülmüştük. Böyle yumurtadan çıkar gibi son dakika golü de ne oluyordu? Hem aramızda kalsın, ben yatak döşek hasta yatarken yanıma kadar gelip "Ama temizliğini yapmalıydın!" diye söylendiğinden beri hiç hazzetmiyordum bu kızdan da işte kör topal yaşayıp gidiyorduk. Anlayacağınız, yeni eve bu kız gelmeyecek diye göbek atıyordum ki bunun bizimle geleceğini öğrenince iki dakikalığına şampiyon olmuş Fenerbahçe gibi boynum büküldü. Yok olmaz, bu şampiyonluk sonuna kadar gitmeli deyip "Canım, sen bizle gelmek istiyorsun ya yeni evi senin gelmeyeceğini bildiğimizden küçük tutmuştuk. Sen nasıl sığacaksın?"

Ama yani haklıydım. Biz bu kız gidiyor, az kişi kaldık. Daha ucuz bi ev bulalım diye taşınırken, hatun peşimizden gelmeye kalkıyor. Babababa! Dengesizliğe bakar mısınız?  

Efendim şimdi onsuzuz, mutluyuz.

1 Nisan 2013 Pazartesi

Siz hiç Hosteslerin Bağırdığını Duydunuz Mu?

Ben duydum.

Uçak havalanırken benim-basınçtan sanırım- hep uykum gelir. Ama bu seferkinde şöyle bir dalıp uyandığımda kafam yerli yerinde değildi. Hatta bir ara pencereden bakıp yanımdaki alman turistlere "Neredeyim ben?" i türkçe olarak sordum. Anladım sonra tabi. Uçaktaydım ben. Ama bu arada deli gibi sıkışmıştım ve hemen tuvalete gitmem lazımdı. Etraf loş, pencereden sisli bir hava görünüyordu sadece. Herkes ölüm sessizliğinde. Ben, kemerimi çözdüm, insanların bana çevrilen tuhaf bakışları arasında tuvatele doğru yöneldim. Meşgul işareti vardı. Sırtını uçaktaki yolculara dönmüş, oturan hostese yaklaştım ve "Şey tuvalet..." dememle kadın bastı çığlığı. 
"Hanfendi uçak havalanırken yerinizden niye kalkıyorsunuz siz!"
Benim kafa gidik ya "Şey ben tuvalet falan..." gibi şeyler geveliyordum ki kadın daha yüksek perdeden bağırmaya başladı.
"Ama hala ayaktasınız!"
"Tamam tamam gidiyorum." deyip kös kös yerime oturdum. Lakin hala tuvaletim vardı! 

Yaptığım şey, kadının bağırması falan ilk başta biraz utanmama sebep oldu ya sonra dedim ki kendi kendime "Ya hu ne var, insanlar uçağın tekeri yere değer değmez telefonla konuşmaya çalışırken, valizleri dolaptan çıkartıp paldır küldür milletin kafasına düşürürken herkesin hayatını tehlikeye atıyor da ben kendi hayatımı tehlikeye atmışım çok mu?" Utanmayı bırakıp pişkinliği ele aldım. Bana bakanları önemsemeyip defterimi çıkarttım, bir şeyler karalamaya başladım. Ondan sonra da ışıklar yandı, sinyal duyuldu ve millet birer birer yerlerinde kıpırdanmaya başladı. Bense doğru tuvalete... 

Oh be! Dünya varmış.