Sayfalar

26 Ocak 2012 Perşembe

Akbil Makinesi

Bazen cihazlarla aramda kocaman bir anlaşmazlık olduğunu düşünüyorum. Arkadaşın wolkman'ı benim elimde bozulur, tren ben içindeyken greve başlar, çamaşır makinesi benim çamaşırımı yıkarken su kaçırır vs.

En son olarak istanbul'da akbil makinesi yaptı yapacağını. Hani şu sadece kağıt para ile çalışan makineler. İşte bu yüzden arkadaşa demir paraları tümlettim. Sonra koydum kartı makineye, parayı yuvasından itiverdim. Cihazdan "Kartınıza para yüklemesi gerçekleştirilemedi." diye bir ses gelmez mi? Ardından da iade etti parayı. Ama bakın nasıl? Parayı alt bölmeden beş tane demir para olarak verdi. Ana! Az önce arkadaşla bir kağıt, bir de beş demir liralarımız vardı. Şimdi size etti mi 10 demir para.

Neyse işte, demem o ki siz siz olun akbilinizi büfelerde yükleyin. Daha garanti.

25 Ocak 2012 Çarşamba

KıIzılay AVM

Yılardır atıl durup da sonunda aklı evvel bir kaç şirketin girişimiyle kızılay avm'ye dönüştürülen binaya ben de gittim.

Normalde öyle alış veriş merkezi tutkum yoktur. Hatta öyle yerlere gitmek külfet verir bana. Zira koca koca binaların girişleri için eğer kendi araban yoksa, dolmuş veya otobüsten indikten sonra girişe kadar yürü babam yürü. İnsanın bir ton vakti gereksiz yere gidiyor. Ama burasının girişi öyle kabak gibi ortadaki, anlatamam.Bir de bakmışsın hoop, içerdesin. Sekiz katlı bir bina. Ben pek öyle mağazalarına felan bakmadan, kitapçısına girdim, girişteki cafeye oturup çıktım. Yani anlayacağınız izlenimlerim bu kadar. 

Not: bu yazıyı okuyanlardan giden olduysa diye söylüyorum. Sizce oradaki starbucks baristaları biraz kaba ve lakayt değil mi? Hayır yani diğer şubelerinde hiç bu tarz çalışanlar görmemiştim de.

Not2: Kısacık oldu bu da yahu.

Not3: Çaktırmayın notları yazı uzasın diye yazıyorum.

Not4: Uzun oldu uzun:))

21 Ocak 2012 Cumartesi

Al Sevdiğini, Uç İngiltere'ye!



20. yılını kutlayan EFINST İngilizce Dil Okulları harika bir kampanya başlattı. EFINST Dil Okulu, 14 Şubat Sevgililer Günü’ne kadar kayıt yaptıran herkese İngiltere’de 2 haftalık İngilizce eğitimi hediye ediyor. Üstelik bu programlara iki yıl üst üste AB Dil Ödülü kazanan ESP (Özel Amaçlı İş İngilizcesi Programı) da dahil. Yani hem Türkiye’de İngilizce öğreniyorsunuz hem de pratik yapmak için İngiltere’ye bedava gidiyorsunuz. Haberin daha da güzel tarafı, İngiltere’de konaklama ve yeme içmeye de para ödemiyorsunuz.

Ben gidemem, çünkü İstanbul’da yaşamıyorum diyenlere müjde!

EFINST’in e-Learning LIVE! online İngilizce eğitim sistemiyle bire bir canlı online derslerinizi internet üzerinden de yapabiliyorsunuz. Bu sistemle öğretmeninizi canlı canlı ekranınızda görüyor, soru soruyor, sohbet edebiliyorsunuz. Öğretmenin sizin için hazırladığı power point sunumunu kendi ekranınızda görebiliyor, İngilizceye dair tüm sorularınızı özel öğretmeninize sorabiliyorsunuz. Başka kimse olmadan, sadece siz ve öğretmeniniz. Aynı gerçek sınıftaki gibi.

Detaylı bilgi için http://www.efdilokulu.com/al_sevdigini_uc_ingiltereye.html adresini ziyaret edin. Pişman olmayacaksınız.

EFINST’in yakında Facebook ve Twitter üzerinden yapacağı kampanyalardan en önce haberdar olmak için:
http://www.facebook.com/EFINST
http://www.twitter.com/EFINST

Bir bumads advertorial içeriğidir.

10 Ocak 2012 Salı

Cafeler her yerde, Cafeler Polatlı'da


Benim dışarıda bir yerlerde oturma hastalığım var. Bu yüzden polatlı'ya geldiğimden beri beni benden alacak cafe arayışına girdim. Gerçi ön yargılarıma yenilip, her gördüğüme dalmadım ama yine de bu yazıyı yazacak kadar birikimim oldu. Ve diyebilirim ki bu yazı Polatlı cafelerinin benim gözümden bir incelemesi olacaktır, bilginize. (Fiyat karşılaştırmalarına çay'yı baz aldım.)

İlginç olan ne biliyor musunuz? Her fiyat aralığında mekanlar var ve bunların kaliteleriyle bir alakası da yok. Bu varsayımımın en tipik örneği olarak "Antik Cafe"yi gösterebilirim. Böyle apartman içi köhne mi köhne, salaş mı salaş bir yer ama en pahalı yer orası. Hayır diyorum ki konsepti öyle olsa, o zaman çalışanlarının kibar ve mesafeli bir havası olması gerekirdi. Manzara desen zaten nanay. He bakın ora hakkında ne keşfettim? Kuafördeki manikürcü kıza "Geçen gün antik cafe diye bir yere oturdum." dedim. Bana pis pis sırıtmaya başladı. Meğer orası aslında daha çok ev bulamayan sevgililerin oynaşma yeriymiş. Hoş harbiden de öyleydi. Fakat ben ne bileyim bunun için özel bir cafe olabileceğini. Çay 2 TL.

Beğenmediğim yerler arasında bir de "İstasyon Cafe" var. Dış kısmı gene iyi, oturunca ana caddeyi görüyorsun, insanları izleyip eğleniyorsun da, iç kısmı tam bir felaket. Otantik olacağız diye işin b*kunu çıkarmışlar. Ellerinde ne kadar eski at arabası tekeri, yayık, kazma, kürek, çapa, halı, kilim, üzerik, nazarlık varsa hepsini etrafa serpiştirmişler. Köy evi gibi kalaslarla, odunlarla kaplamışlar etrafı. Ancak öyle karışık, kalabalık ve boğucu olmuş ki içeri girip de dışarı çıktığında insanın "oh be dünya varmış." diyesi geliyor. Çay 1 TL

Ne sevdim ne sevmedim diyebileceklerim içindeyse ilk olarak "Midas Cafe"yi söylerim. Polatlı'da ünlü bir yer. Teras katında. Cafenin içerisi akşamları loş ışıklı, genellikle bura gençlerinin takıldığı, tavla ve okey taşlarının şıkırtılarından geçilmediği bir yer. Masalar pek öyle konforlu değil. Zaten burayı ünlü yapan tamamen manzarası aslında. Eminim bura müşterileri asansöre bindiklerinde diğerleri üçe, dörde basarken böyle havalı havalı beşe basıyorlardır. Şey der gibiler aynı. "Hıh, ben polatlı manzarası görmeye çıkıyorum, sizse bilmem ne bürosuna." Ancak sorun şu ki terastan görünen şeyler sadece akşam vakti apartmanlardaki dairelerin ışıkları, aşağıda dolaşan karınca misali insanlar ve Atatürk heykeli. He bir de sanırım tepedeki zafer anıtı. Yani deniz, nehir, dere ya da ne bileyim böyle çayırlık, yeşillik gibi bir doğa manzarası yok. Ama oraya gidenlere sorsan "manzaraya karşı kahve içilmesine doyum olmaz" derler. Yav, şimdi düşündüm de belki ben abartıyorumdur. Zira Hacettepe'ye gittiğimin ilk senesi İzmir'li bir kızı eve davet ederken "Bize gelsene, salonun manzarası müthiş" diye hava atmıştım da kız "Niye sizin camdan deniz mi görünüyor?" diye bozmuştu beni. Galiba dört sene İstanbul'da okuyunca benim de o kızdan farkım kalmamış oldu, değil mi?

İkbal's cafe var bir de bildiğim. Burayı seveceğim aslında da ah şu müşteri profili olmasa. Genellikle beyaz yakalılarının takıldığı bir yer. Ne zaman oraya gitsem mutlaka beni baştan aşağı süzen ve kıyafetimi fazla spor bulan bir orta yaşlı, yıllanmış, bakımlı memureyle karşılaşıyorum. İçerisi ne kadar lüks, garsonlar ne kadar kibar olsa da şu özentili ve yapmacık konuşan hanım teyzelerimizden dolayı alışamadım oraya. Ama yine de yalnız kalmak istediğimde en uygun yer orası. Hem gözlerden uzak hem de buradaki diğer cafelerin aksine uzun uzun oturunca kimse gelip masanı bilmem kaç kere silmiyor ya da siparişiniz var mı diye sormuyor. Çay 1,50 TL.

Tabi beğendiklerim hiç mi yok?
"Sakarya fırın cafe" var mesela. Burası benim favori mekanım. Polatlı'ya gelen herkes karnını doyurmak için mutlaka oraya gitmeli. Hem ucuz, lüks ve lezzetli hem de interneti ve prizi var. Ayrıca çalışanları da mesafeli bir samimiyet halinde. İç tasarımı alabildiğine zarif ve ferah, masaların etrafındaki koltuklarsa çok rahat. Öyle ki, sabahtan akşama kadar hiç sıkılmadan oturur insan. Müşteri profilini de genellikle öğrenciler ve benim gibi hala öğrencilikten kopamamış çalışanlar oluşturuyor. Haliyle oldukça samimi bir ortam. Tek kusurlu tarafı uzun süre oturduğunuz zamanlarda "bir şey içmez misiniz" diye masaya gelmeleri. En az üç siparişten sonra yakanızı bırakıyorlar ancak. Tecrübeyle sabit. Canım, gerçi olsun o kadar. Adamların fiyatı öyle ucuz ki, herkes tek siparişle otursa, nasıl kazanacak bu insanlar? Çay 75krş.


Kafelerden hariç, bir tane et lokantasına ve bir kaç tane de börekçiye gittim. Ama benim ev yerine dışarılarda oturmamın sebebi "kukumav kuşu gibi erkenden evde mi oturacağım lan!" düşüncesinden mütevellit, buralar beni hiç cezbetmiyor. Zira yemeğimi yedikten sonra azıcık oyalalansam "Kalk artık" diye kımıl kımıl oluyorlar. 

Sadece önünden geçtiğim Köşk ve Akdeniz Pastaneleri var son olarak. Köşk dışarıdan havalı görünüyor ancak belki de duvarlarının çıplak şampanya rengi olmasından, içimden bir ses ısıtma sistemlerinin korkunç olduğunu söylüyor, bu yüzden otururken üşürüm belki diye girmeye hiç istekli olamadım. Akdeniz'deyse tek dikkatimi çeken şey bir kaç tane yaşlı teyzenin her gün pencere önündeki aynı masalara oturup hiç konuşmadan hüzünlü hüzünlü etrafı kesmeleri. Adeta Orhan Pamuk'un romanlarından Akdeniz patanesine ışınlamış gibiler.

Not: Bu nota yazıyı sonuna kadar okuyarak ulaşanlara helal olsun. Hoop, diye kaydırarak gelenlereyse sözüm, yukarılarda bir yerlerde yaşamın anlamıyla alakalı bir şifre vardı. Hakkınızı kaybettiniz nihohahah...

Not2: Anlattığım yerlerin adreslerini zaten uzun olan yazımı iyice uzatmamak için vermedim. Fakat Harbi harbi dediğim yerleri merak edip oturmak isteyen olursa adreslerini veririm.