Sayfalar

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Allah Aşkına Sus!

Gene uzun uzun birisinin yoğun konuşmalarına maruz kaldım. Beynim yandı resmen. Allah bir gün benim bu dinleme huyum yüzünden belamı verecek, yeminle.

Diyarbakır'da Koşuyolu parkında bir bankta kitap okurken olan oldu dostlar. Uzak bir banktan hangi kitabı okuduğumu soran kpss'zede genç kitabı inceleme bahanesiyle yanıma oturdu ve bir daha kalkmadı. Öyle çok, öyle çok konuşuyordu ki bir ara bir es bulup "sus artık" diyecek kuvveti bulamıyordum kendimde. Eleman beni etkilemek için tüm yüzeysel kpss genel kültür bilgilerini üzerime kusuyor, bir yandan da "ee, ben çok konuştum, biraz da siz anlatın." diyordu. Ben tam Ankara diyeceğim, hoop sözü ağzımdan alıp, yarım saat, içinde Ankara geçen ne kadar tarih, coğrafya, siyaset, edebiyat varsa tek tek sıralıyor, bir yandan da konuşmanız ne kadar hoş diye iltifatlar yağdırıyordu. Lan, ne kadar konuştum da konuşmamı güzel buldun, be hey çenesi düşük genç.

Neyse telefon numaramı istedi. Neymiş benle her zaman görüşmek istiyormuş. Ama ben durur muyum, "Öyle parkta tanıştığım insanlarla düzenli görüşmem ben." dedim. Elemanın dediğine bakın ama. "Keşke sanal alemde tanışsaydık." Allahım sana geliyorum. Allahtan o arada zaten telefonunu beklediğim "Okuyan Adam " aradı da, kurtuldum çocuğun elinden. Hayır "erkek arkadaşım var. diyorum, "bizde her yol var. Sosyal arkadaş oluruz, iletişim arkadaşı oluruz, yoksa msn arkadaşı oluruz." deyip duruyor. Çocuğa bakın hele, resmen "kalede kaleci varken gol atmayım mı?" havalarında. Dedim ki "valla beni buralarda görürsen selam verirsin, yoksa sana telefon numaramı vermeyeceğim." sonra bir hışımla kalktım oğlanın yanından. Hala hatırladıkça sinirden gülüyorum.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Diyarbakır Keşifleri [Devlet Hastanesi]

Rahatına düşkün biriyim, biliyorsunuz. Haliyle yoğun tempolarda vücudum isyan ediyor.  Hem derse girip hemde akşamları hizmet içi eğitime gitmekten bitkin düşmüştüm. Üstüne üstlük günlerce süren baş ve yüz ağrımdan dolayı fena halde kendimden geçince "ehh yani!" diyerekten hastanenin yolunu tuttum. Diyarbakır'daki pek çok insan özel hastane diye tutturuyor. Bense devlet hastanesi diye. Ankara'da alıştık tabi numune, eğitim araştırma hastanelerine, garip geliyor bana öyle sıra beklemeden muayene olmak. 

Geçen çarşamba sabahı çıktım dışarı, buranın meşhur uçan dolmuşlarından hastaneler hattına bindim, devlet hastanesinin önünde indim. Sıra alma bankolarına vardığımda Diyarbakır için çok normal bana ise garip gelen bir uygulamayla karşılaştım. Kadın erkek ayrı sıralardaydı. Olabilir tabi. Açıkçası o kalabalıkta rahat hareket etmek için güzel bir uygulama gibime de geldi hani. Artık bilmiyorum başka bir sebebi var mı? Neyse sıra bana geldi. SONUNDA! Bankodaki adam dalgacının teki, benim etrafa garip garip bakmamı fark etmiş olacak ki "İlk defa mı geliyorsunuz, ne kadar kalabalık değil mi?" dedi. Ay, kendimi resmen hanım evladı, lüks hastanelerden çıkmayan bir tip gibi hissettim. Durur muyum bende, serde erkeklik var. Hemen "Yo Ankara'daki hastaneler de böyle kalabalık." diye lafı yapıştırıverdim. Bende devlet hastanesi çocuğuyum kardeşim, Allah allah ya. Ama adam yılışmaya devam ediyordu. KBB'den sıra alıyorken "gözden de sıra alabilir miyim?" diye sordum. Adam hastaneyi babasının malı olduğuna kalben öyle inanmış olacak ki "Normalde vermiyorum ama senin için bu seferlik verelim." demez mi? Dedim "kızım kaç kaç, bir daha da bu hastaneye geldiğinde o adamın bulunduğu bankodan sıra alma."

Galiba hastaneleri seviyorum ben. Artık bunu kendime itiraf etsem iyi olacak Daha doğrusu karıncalar gibi oradan oraya ivedilikle hareket eden insanları, yavaşca yürüyen yaşlıları, sırtlarında gereksiz havalarını taşıyan hemşireleri, bazı mütevazı, çokça da bedenleriyle "onca sene ben bu bölümü okudum, asistan, uzman oldum" diyen doktorları, üniforma giyince tüm enerjilerini makyajla gözlerini ortaya çıkartmaya yemin etmiş sekreterleri daha kimler kimleri. Tarafsız bir gözle bakınca öyle eğlendiriyor ki, anlatamam. 

Misal gözlüğümün ölçümünün yapıldığı odadaki kadının telefonda tesisatçısına "Bir daha sizi çağırmayacağım. Oyalıyorsunuz." tarzında atarlanması ve beni beklettiği için sessizce pardon diye göz kırpmasını izlerken içe doğru kahkaha nasıl oluyormuş tam anlamıyla yaşadım. Bu arada kafa karışıklığından olacak yanlışlıkla göz tansiyonumu da ölçtü. 13/14. Oldukça normal gözlerim varmış.

Kulak burun boğaz doktoruysa amerikan filmlerindeki bilgisayar manyağı tiplere benziyordu. Kilolu, gözlüklü, kıvırcık hafif uzamış saçlıydı.Ayrıca da film karesini tam yansıtmak istercesine gri family guy tişörtü ve salaş bir kot giyiyordu. Doktor işte bu haliyle boğazımı ve burnumu kontrol edip Sinüzit olma ihtimalim dolayısıyla beni tomografi çekimine yolladı. Sonuçları yarın alabilecekmişim. Gittim doktorun yanına tekrar "yarın çalışıyorum. Siz kaça kadar hastanede olacaksınız" dedim. Söylemez mi biraz bekleyin sisteme düşmüş olacaktır. Bakarız bilgisayardan." diye. Var ya işimin çabuk bitmesi sevinciyle heyecanlanırken bir yandan da "madem bu şekilde de işler yürüyor, neden insanları günlerce uğraştırıyorsunuz o zaman" diye sinirlenmekten kendimi alamadım. Neyse sol gözün arkasından enseye kadar sinüsler doluymuş. Göz ağrısı da yaparmış ki ben göz ağrımın nedenini tamamen gözlük takmamaya bağlıyordum. 

Ve böylece saat sekiz buçukta geldiğim hastanede on iki de işim bitti. Gene bir sürü ilaç sahibi oldum. İlaçların yan etkisine gelince bir hayli düşündürücü. Ağrı kesicinin yan etkilerinde baş ağrısı yapabilir yazarken, burun spreyinde burun kanaması normal görünen bir yan etki yazıyordu. Sormayın bir ara da bir ilaç yüzünden az kaldı depresyona giriyordum. Meğer o da o ilacın yan etkisiymiş. Neyse bakacağız artık.