Sayfalar

30 Ekim 2011 Pazar

Merkezi Sistem Dediler Geldik

Polatlıdaki evimi merkezi sistem diye tutmuştum. Zira üşümek hiç bana göre değil. Kanım donuyor sanki. Üşüyünce battaniyenin altından çıkıp iki adım attığımda klozetin dibinde olacağımı bilsem yine de yerimden kımıldayamam ben. Onun için "az yerim ama sıcak sıcak yerim" deyip bu evi tuttum. Tabi işler ilk başlarda hiç benim düşündüğüm gibi gerçekleşmedi. Site yönetimi havalar sıcak gidiyor diye(!) ilk başlarda kazanı yakmayı reddetti. İnsanlar yakıta onca para ödedikten sonra evde elektirkle ısındıkları için neredeyse isyan çıkaracaktı. Tabi ben akıllı, annemin evdeki ufoyu götür demesine de aldırmamış ondan bile yoksun kalmıştım. Hatta peteklerin ısınmasından bir gün önce evde iki hırka, bir süveter, üst üste iki taytla geziyordum. Neyse sonunda yaktılar kazanı.

Akşam eve geldiğimde apartmanın içi bir değişik ılıktı. Hemen merdiven kenarlarındaki peteklere dokundum sıcacıktı. Dedim "Allah, simdi ev nasıl güzeldir." Fakat anahtarı çevirip kapıyı açtığımda yüzüme nasıl soğuk hava vuruyor, anlatamam. Resmen bir an apartman boşluğunda uyumanın nasıl olabileceğini bile düşündüm, o derece. Hemen karşı komşunun zilini çaldım, onlarınki sıcakmış. Benimkilerin havasının alınması gerekiyormuş, falan filan. Tabi "Nasıl yapacağım" diye umudumu yitirmedim. "Sıcak bir ev yolunda dökülen her ter mübahtır." deyip tin tin tin üst kat komşuya çıkıp kapıyı Marilyn Monroe gibi sigarası tutarak açan, yemenili kadından tornavida, kocasından da bir dilim tarif aldım ve hemen işe koyuldum. Yalnız havalarını almama, iyice sularını akıtmama rağmen bir türlü petekler ısınmıyorlardı. Artık yüzsüz yüzsüz tornavida sahibi komşuları evime çağırdım. Lami cimi yok, bana bu kalorifer havası alma iliminin sırlarını öğreteceklerdi. Sigara kokuları ve kendileri içeri girip mutfağa geçtiklerinde kadının lavobodaki bir yığın bulaşığıma bakmasından rahatsız olmamış gibi yapıp adama peteği gösterdim. Adam bana nasıl yapılacağını anlatıyor kadınsa bu apartmandan ev aldıkları için çok pişman olduklarını, hiç istediği gibi çıkmadığını anlatıyordu. Benimse aklım hala bulaşığa attığı bakışlardaydı. Bir şekilde bunun konusunu açmadan onları uğurlarsam gözlerim açık gidecekti. (Hanimiş de benim ev kadını psikolojim.)

Bir kaç dakika sonra becerikli komşu sorunumu çözmüş, diğer petekleri de tam alarak nasıl yapacağımı göstermişti. Lakin kadının nikotinli dedikodusu ve yakınmalarının bir sınırı yoktu. Ne yazık ki anlattıkları yarım kalarak evden gitmeye mahkumdu. Ancak komşuları kapıdan geçirirken "Ay sormayın, o kadar soğuk ki kaç gündür temizlik bile yapamıyordum, yardımınız için çok teşekkür ederim" diyerek lavabodaki bulaşık tabak konusunu da lafın arasına sıkıştırabildim.

Evet iki haftaya yakındır kaloriferlerim yanıyor, evim sıcak. Mutluyum, huzurluyum. 

Not: Tamam itiraf ediyorum. Temizlik konusunda kaytarmamın sebebi her zaman soğuklar değildi.

23 Ekim 2011 Pazar

Deprem

Daha önce hiç, bir depremi, yaşamadan, iliklerime kadar hissetmemiştim. Resmen gün boyu "Ay dur saçımı boyayayım, kuaföre gideyim, manikürüm gelmiş mi, anne çamaşırları yıkadın mı, ee ne yemek yiyeceğiz karnım acıktı." gibi aptal aptal şeylerle uğraşıp durdum. Hayır ben bir de medya özürlüsüyüm, anlayın depremin haberini tee ne zaman aldığımı. Aslında daha da haberim olmazdı da arkadaşın attığı mesaj sağolsun beni kendime getirdi. "Arkadaşlar Necdet iyi. Deprem olduğunda merkezdeymiş." Mesajı okudum ya annemle şoka girdik. "Allah kahretsin aç televizyonu aç aç aç. kanal değiştir kanal!" En sonunda bulduk haberi. Sonra bir telefon trafiği, aldı başını gitti. O bölgelere tayini çıkmış bir kaç arkadaşımla doğrudan haberleşebildim. Bazılarının iyi olduğunu gıyabında öğrendim ama daha hiç haberini alamadığım iki kişi var ve elimden onlarında iyi olması için dua etmekten başka bir şey gelmiyor. Allahım ne olur iyi olsunlar. 

15 Ekim 2011 Cumartesi

Sizi Gidi İtici Emr-i Vakiler

Dün okula gitmeden önce kahvaltımı bir börek salonunda yaptım. Lan, diyorum gerçi bir yandan da, "sabah sabah yağlı börekle mideyi bozmasak bari." Ben böyle ulvi sağlık endişelerimle(!) börek siparişi verirken içeriye doğu şiveli yaşlı bir adam girdi. Yanımdan geçerken üst perdeden "afiyet olsun kızım" demeyi de unutmadı. Börek verdiler, "evladım param yok gene" dedi "olsun amca" dediler. Böreğin yanına bir de süt istedi başladı yemeğe. Ardından konuşmaya başladılar.

- Amca nerelisin?
- Adıyaman evladım. (Şive anlaşıldı, sıradaki soru lütfen.)
- Nerede kalıyorsun amca.
- Bilmem ne huzur evinde. (teklifsizce devam ediş) 57. hükümette çevre bakanıydım ben. Sonra beni çıkardılar, başka birini yaptılar. (adam şokta, ben daha şokta!)
- Hangi partidendin amca. Faziletteydim önce sonra demokratik sola geçtim. (Ohoo, amca iki zıt partide gidip gelmiş.) (bir teklifsizce devam ediş daha.) Emekliliğimi bağlatmaya çalışıyorum ben de. Olursa size de vereceğim.

Sonra sessizce böreğine devam etti, bitirdi. Ve birden benim "n'oluyor laynn" dememe kalmadı, amca yüksek sesle besmele çekti, dükkanın içini inleterek, börekçiye dua etmeye başladı. Ben gülmemek için dudaklarımı ısırıyor bu inadına teklifsiz adamın yaptığı emr-i vaki duaya el açıp açmamakta gidip geliyorum. Açtım ama gene de. Adam bir güzel duasını etti. Dükkan sahibine "allah razi olsun evladım" dedi ve gitti. Ben de çok oturmadım zaten, dersime az kalmıştı. Hızlı adımlarla ilköğretime doğru yürümeye başladım. Bir yandan da adamın yaptığı şeyin emr-i vaki densizliğiyle dindarlık arasında gidip gelen halini düşünüyorum. Ve fark ediyorum ki emr-i vakinin amacı ne kadar kutsal olursa olsun yine de itici. Sevmiyorum ben böyle şeyleri.

Not: 57. hükümette çevre bakanı kim, bilen var mı?

11 Ekim 2011 Salı

3+1 e 1+1 Muamelesi Yapıyorum

Evde kullandığım mekanlar iki tane oda, mutfak ve banyodan ibaret. Kalan yerler şöyle bir temizlendi ve kapısı kapatıldı. Hayır biliyor musunuz evde kiler bile var. Yani şöyle üç çocuklu bir aile rahat rahat at koşturabilir evde. 135 m2 resmen. Şimdi diyeceksiniz "ne hava atıyorsun evin büyük diye" ya ne yapayım ben de isterdim küçük kutu gibi bir evim olsun, temizlemesi kolay olsun ama maalesef polatlı da küçük ev yok.

İki odadan birini oturma odası diğerini yatak odası olarak kullanıyorum. Fazla giysi almaya karşı olan bana asılacaklar için kapı arkası, katlanacaklar içinse kitaplığın raflarından biri yetiyor da artıyor bile. Evet kitap sayım giysiden kat be kat fazla. Sonra yatağım ve bir masam var odada. Oturma odasında şimdilik iki tane tekli koltuğum, bir komidinim ve masam var. Tek sandalyeli! Bir de alakasız olmakla birlikte öğrenci alışkanlığından kalma çamaşırlık var. Açık vaziyette. Komik ama mutfak en kalabalık olanı. ketıl, ocak, iki sandalye, masa, bir sürü tabak çanak, bardak, kaşık çatal vs bilimum mutfak eşyası. Aslında daha az olacaktı ama ev tuttuğumu duyan tabak çanak verip durdu. Bir çoğu da kalitesiz porselen. Annemin de zaten bu konuda onlardan kalır yanı yok. Bahanesi de hazır. Kızım taşınacağın zaman onları atar gelirsin. Zaten eski yollukları da bana kakaladı. Anlayacağınız kendisine gün doğdu. Şimdi halıcı halıcı dolanıp son moda yolluk modellerine bakıyor. Şu kahve makinesine gelince, nuh nebiden kaldı desem yeridir. Ben orta okulda mıydım ne almanyadan gelmiş. kocaman bir şey. Anneannem onu da götürdüğümü gördü ya "kızım- diyor- boş ver ben sana cezve vereyim." Ah anneanne cezve kahve demlemiyor ki.

Not: Yazı biraz depresif gibi duruyor ya akşamın melankolisindendir. Ben seviyorum evimi be!

Not: Polatlı'da çeken sadece üç dört tane radyo var ve daha beteri benim evimden sadece bir tanesi çekiyor. O da pencere önünden. Telefonu pencerenin önünden hiç almıyorum desem yeridir. Radyo Kent. 99.0 Polatlı'nın radyosu. Bilimum bütün dükkanlar bu radyoya reklam vermiş. Ana! diyorum dinlerken "Bu dükkan bana pahalıya ocağı kakalamaya çalışan beyaz eşyacı değil mi?" Allahtan güzel şarkılar çıkıyor da sinir olmuyorum gereksiz yere.

8 Ekim 2011 Cumartesi

Ders Çalışmak Öyle Sıkıcı Bir Şey Ki İnsana Şiir Bile Yazdırtır


Bu yazıyı taslaklarımı karıştırırken buldum. Artık ne düşündüysem yayınlamamışım. Geride kalan öğrenciliğimden bir yazı olsun bu da. Hadi şimdi okuyun lütfen
.
***

Dün gece KPSS'ye çalışıyordum. Ama ders çalışmak gerçekten bana göre değil. acayip sıkılıyorum. Hatta sıkıntımı alsın diye zaten yapabildiğim geometri sorularını bile çözdüm bana mısın demedi. Ben de yazı yazmaya başladım. Baktım içim o kadar dolmuş ki bu öyle sıradan yazıyla atlatılabilcek bir şey değil. Sonra aklıma şiir yazmak geldi. İlham gelmeden şiir yazmaya çalışmak gibi tuhaf, aptalca bir şey yapmaya başladım anlayacağınız. Zaten hayatımda elle tutulabilir topu topu bir şiir yazmıştım. O da babamın ölüm yıl dönümündeydi zaten. Neyse dört beş mısrayı yazdım öylesine ama yok, ilham öyle benim şiir yazdığımı görüp arkamdan koşturmuyor maalesef.


Ben böyle olmuyor olmuyor diye kendimle cebelleşip dururken "Aaa!" dedim. Aklıma birşey geldiğinden değil tabi telefon çalıyordu ondan. Baktım arkadaşım. Hemen müsait misin diye sordu açar açmaz. Evet dedim, üsteledi aynı soruyu bir kaç kez. Zaten müsait misin cümlesini ne kadar bastırarak soruyorsa o kadar uzun konuşmak istiyordur bu arkadaşım. Öyle de oldu. Bir saatten fazla konuştuk. Sonra telefonu kapattım baktım bir mesaj. Başka bir arkadaşım acil konuşalım diye mesaj atmış. Onu da aradım. Oldu mu sana toplam bir buçuk saat. Artık aklımda ne şiir vardı ne ders.

Etüt'e geri döndüm eşyalarımı toplayıp yatakhaneye dönecektim ki yarım kalan şiiri gördüm. Dur dedim bir kez daha deneyeyim. Yazdım bu sefer kolayca biliyor musunuz?

Yahu ben insan hikayeleri dinlemeyi seviyorum. Çoğu insanın kafası kazan olur dinlemekten. Bense karakter heybeme bir sürü kişinin dolduğunu düşünürüm. İnsanları dinlerken onları tekrar tekrar keşfederim. Mutlu olurum. Hem doğrudan değil ama insanların anlattıkları zihnimin gerisinde bir yerlerde yer ettikçe vakti zamanı geldiğinde onlar bir şekilde bana yazılarımda yardımcı olmuş oluyorlar. Yahu rahatlıyorum be! Galiba bu yüzden öykü ve roman okumayı seviyorum ben.

Neyse fazla uzatmayım. Sonuçta şair değilim. Pek kendime de güvenmiyorum ya yine de yayınlayım dedim.

Diyalog

Dedim:
   Zihnimi doldurma
   Doldurma hayatımı
   Kabul et!
   Yoruyorsun.

Dedi: 
   Çöldeki kaktüs gibi yalnızım.
   Gövdesindeki su kadar boşum.

Dedim:
   Değilsin.
   Kaktüs su dolu
   Sen de hayat dolusun.
   Ama tavus kuşu gibi için.
   Kabarıyor, batırıyorsun.

Dedi: 
   Rahatlatıyorsun beni.

Dedim: 
   Yoruyorsun, anlamıyorsun.

Dedi:
   Yoruyorum, anlıyorum.
   Fakat, kabul et.
   Seni seviyorum!

***

Not: İnsan hikayeleri dinlemeyi o zamanlar seviyorum demiştim ama dinlediğim onca tuhaf hikayeden sonra artık sevmiyorum galiba.

7 Ekim 2011 Cuma

İlçede Normal Olamamak

Polatlı'ya geleli neredeyse üç hafta olacak, şimdiden bir sürü insanın dikkatini çekmeye başladım. Ne yapsam tuhaf tuhaf bakıyor, değişik yorumlarda bulunuyorlar. Ücretli öğretmenlik için taa Ankara(!)'dan kalkıp gelmem misal okul müdürünü bayağı şüphelendirmişti de sürekli işin altında bir çapan oğlu arıyordu.

Aslına bakarsanız Polatlı tutucu bir yer değil. Fakat nihayetinde küçük bir yer ve değişik davranan insanları garipsiyorlar. Ama ben de iflah olmaz derecede tuhafım galiba. (Yani bence değilim de onlara göre yani.) Dışarıda hareketlerimi hiç kısıtlamıyorum. Kısıtlayamıyorum daha doğrusu. Hatta kısıtlamam gerektiğini farkedemiyorum bile. Ta ki yanıma gelen zapıtanın derdimin ne olduğunu sorana kadar. Durup dururken yorulunca bir kaldırıma çöküveriyorum mesela. Bu da yetmiyormuş gibi bir gazete çıkarıp şöyle bir göz atmaya da başlıyorum. Ezbere bildiğim yollarda, okuduğum kitap da çok aklım kaldıysa, çıkarıp yürürken de okumaya devam ediyorum. Bir fıskiye kenarında, meydandaki musalla taşlarının yanında saatlerce oturup tüm günlük rutin işlerimi oracıkta yapabiliyorum. (telefonla görüşme, kitap, gazete okuma, yazı yazma, etkinlik planlarımı çıkartma vs.) Her gün aynı cafede, aynı masaya oturup, aynı siparişi verip garsonun gelişlerimi kendisinin üstüne alınmalarına çanak tutabiliyorum. Halbuki tek sebebi mekanın çok güzel, ucuz ve sakin olması. (Oralarda devamlı müşteri mi yok mu acaba?)

Galiba insanın normal görünmesi için nerede bulunuyorsa oradakiler gibi davranması gerekiyor. Belki de sebep benim hala İstanbul'daymışım gibi davranıyor olmamdır. Orada bir parkta, bir bankta, meydandaki bir duvar kenarında saatlerce oturunca yanına zabıta gelip "Bayan bir sorun mu var?" diye sormazdı.

Ama bazen bu durumu fazla abartıyorlarmış gibime de geliyor. Yahu yukarıdaki durakta dolmuş çok kalabalık oluyor diye aşağıdaki durağın yerini sormak ne kadar garip olabilir ki.

Neyse bakalım Polatlı mı bana alışacak yoksa ben mi Polatlı'ya uyum sağlayacağım, göreceğiz.

Not: Okul müdürüm sorduğu sorularla "Parçalanmış ve rahat bir aileye sahip olduğuma" karar vermiş olacak ki taa Ankara'lardan buraya gelmiş olmamı(!) anladığını söyledi. (Sağolsun.) Halbuki söylediğim şeyler sadece ablamın Fransa'da, kız kardeşimin de İstanbul'da evli olduğunu, erkek kardeşiminse bir mağazada çalıştığını söylemek oldu. He, bir de babamın ben küçükken öldüğünü ve annemin de memur olduğunu söyledim. Varın adamın tam olarak ne düşünmüş olabileceğinin yorumunu siz yapın.

3 Ekim 2011 Pazartesi

Resmi Yazılara Savaş Açtım


Tüm resmi yazıların tabularını kırmak için içimde tarfi imkansız bir istek var. Yazıya özgürlük devrimi! Bir tez okuyorum örneğin o kadar sıkıcı ki içi bayılıyor insanın ama okunmak zorunda. Dilekçe yazıyorsun mesela hani son paragrafında "bilgilerinize sunar gereğinin yapılasını arz ederim" diyor ya onun altına notlar düşmek isterdim ben.

Not: “hanıma selam.”
“Büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim.”
“Bizim şu iş olursa hayırlısıynan adak adadıydım.”
“Hacı ne olur, yapsan yapsan bir tek sen yapabilirsin.”
“En büyük kaymakam bizim kaymakam.” vs.
Ya da
“Hacı kaçtır dönüyor dilekçe ne iş?”
“Len ne zaman sorsam, görüşmede diyorsunuz. Biz bilmiyor muyuz kağıdın masada malak gibi yattığını?”

Aslında yukarıdakiler esas meseleye giriş mahiyetinde. Asıl konu şu. Ana sınıfında velilere ara ara notlar yolluyorum. Misal “Lütfen beslenme listesine uygun yiyecekler koyun.” ya da “Yarın çocuğunuzla gelirken parmak boyası önlüğü getirin.” vs. Halbuki böyle yazacağıma sinirli mektuplar falan yazabilseydim keşke. Bir örnek vereyim mi?

Sayın Veli

Nasılsınız? Valla beni sorarsanız iyi diyelim iyi olalım işte. Sizin bebelerin peşinde dolanıp duruyoruz. Lan bazılarınız nasıl yetiştirmiş çocuklarını, ağlayıp duruyorlar. Ben size kaç kere demedim mi ağlayan çocuğu getirmek yok diye. Peki şu hasta çocukların haline ne demeli. Aksıran mı dersin, kusan mı, burnu akan mı? Sınıfcak hasta olacağız yemin ediyorum. Ne bu canım. Derdiniz ne sizin? Çocuğu sınıfa koyup rahat rahat temizlik yapmak mı? Çay partisi düzenlemek mi? Oysa hiç “öğretmen de hasta olursa” diye düşünen yok. Ondan sonra hoca rapor alsın okula gelemesin, sizin bebelerde öğretmensiz kalsın. Yok ya! Var mı öyle üç kuruşa beş köfte. Yarından itibaren kimse hasta bebesini okula yollamasın. Veli meli dinlemem, alırım ayağımın altına!

Hadi bir örnek daha vereyim.

Aman velim canım velim.

Ben size kaç kere farklı beslenme göndermeyin demedim mi? Nedenini de veli toplantısında açıklamadım mı? Pehh! Bir kulağınızdan girip bir kulağınızdan çıkmış olmalı. Hayır yani anlamayacak ya da unutacak ne var anlamıyorum. Herkesin beslenmesi aynı olsun ki kimsenin canı gereksiz yere farklı şeyler çekmesin. Çocuklar “o yiyor ben yiyemiyorum” diye üzülmesin yani. Ama yok, herkes patates getirirken sen simit koy olacak iş mi? Hele bazı veliler var. Çocuklarının midesinde çokokrem ağacı çıkacak sayelerinde. Hergün hergün ne bu canım. Dişlerine yazık veletlerin. Yarından itibaren herkes listeye uyacak. Yoksa karışmam, ona göre.

1 Ekim 2011 Cumartesi

Tutarsız Mutarsız ya İyi Kızım Ben Aslında

Bu aralar kendimi hiç bu kadar maymun iştahlı, bu kadar dengesiz hissetmemiştim.

Mezun olmak istemeyerek mezun olmamla başlayalım önce. Tek ders sınavına kalmıştım. Hocadan bir hayli korktuğumdan mütevellit az kalsın bir sene uzatacaktım okulu. Zar zor, ite kaka, rehberlik uzmanı bir akrabanın mini terapisi sayesinde gittim geçtim sınavı da mezun oldum.

Kpss'ye girdim sonra. Fazla çalışmadığım için 61 aldım. Haliyle atanamadım. Sonra da ortalarda dolanmaya başladım. "Ben öğretmen olmayacağım." Gittim, çatır çatır bir sürü işe başvurdum. Birinden cevap geldi. Asgari maaşa kasiyerlik. Allah'ım, bir macera. İşte yıllardan sonra ilk defa bu kadar farklı bir ortama gireceğim. Düşünsenize ilk iş deneyimim olacak. Annem, halam, amcam; bilimum tüm eş, dost, akraba kaygılı. Bu kız kendine yazık ediyor. Sen tut, dört yıllık fakülte bitir, git kasiyerlik yap. Olur mu hiç öyle şey  yahu. Hoş bana hala iş iştir gibi geliyor ya neyse. Fakat yine de büyük hayallerle girdiğim işten sıkıldım. Üç hafta ancak çalıştım ve çıktım. Öğretmen olmalıyım dedim. Daha doğrusu aklıma böyle bir fikir dahili ve harici mihraklar tarafından kafama yerleştirildi. Özel okullara başvurdum. Öyle düşük maaşlar söylediler ki kulaklarıma inanamadım.Benden istedikleri performansla devlet okulunda çalışsam bir sürü ek ders ücreti alıyor olacaktım. Fakat yine de iyi kötü kabul ettim birini. Bir milyarın azıcık üstünde söylediği için. Hani şu işi kaptım yazısıyla sizle sevincimi paylaştığım yazı. Ancak ilk çalışma gününde benim tamamen şalterlerimi attırdılar. Bir kere her yerde kamera vardı. Üzerimdeki elektronik gözleri hissettikçe kasıntıdan hiç bir şey yapamadım. Üstüne üstlük  herkesten duyduğum "ne kadar güleryüzlüsün" cümlesi de hiç orada itibar etmiyordu. benden yapay, coşkun, yalaka tebessümler; şen bakışlar bekliyorlardı. Onlara göre fazla asık suratlıymışım.(!) Kameradan her şey fazla yanlış anlaşılmaya müsaitmiş, dikkat etmeliymişim falan. Okul maalesef çocuk değil veli endeksli çalışıyordu. Tam bir müşteri memnuniyeti yani. Okul eğitim kurumu değil adeta bir ticarethane. Allahım, akşamı nasıl ettim bilmiyorum. He, bu arada ultra çocuk güvenliği(!) açısından tuvalet kabini diye bir durum da yoktu. Klozetler öylece ortalıktaydı ve bebek poposu görmekten içim dışıma çıktı. 

Akşam annemle konuştum, arkadaşımı aradım. İkisine de "valla ben çalışmak istemiyoırum ama siz bencil düşünüp git çalış derseniz sizin için çalışırım. Yoksa bu şartlar altında evde oturmayı yeğliyorum." dedim. Tabiki onların görüşleri de "sen nasıl mutlu olacaksan öyle olsun." yönünde idi. Ertesi sabah kreşi arayıp gelemeyeceğimi söyledim. Sonra aklıma başvuru yaptığım ücretli öğretmenlikler geldi. Aslında üç taneydiler. Keçiören Çankaya ve Polatlı. Çankaya'dan ses çıkmadı. Zaten başvuru yaparken de pek bir ukalaydı memurlar. Keçiören de bu uyuz kreşle anlaşma yaparken kaçtı. Kaldı mı elimde Polatlı. Telefon ettim kabul edilmişim. Şimdi tamam Ankara ilçesi ama bizim ev nere Polatlı nere. Ama birden bu dezavantajı kendi lehime çevirebileceğimi fark ettim. Hani hep "kendime ait bir evimin olmasını istiyorum." diye yazıyordum ya, hah, vekil öğretmen de olsam kendime ev tutamazmıydım. Biraz Don Kişot vari imkansız şeyler yapmaya çalışıyordum ya başardım. O gün günlerden cumaydı. Kalktım hemen hazırlanıp benden istenilen belgeleri toparladım. Polatlı'ya gidip öğretmenliği resmiyete kavuşturdum. Sonra okula gittim ve acı gerçekle karşılaştım. Sabahçıymışım! Yani bu ev tutabilmek için sadece iki tanecik günümün olduğunu belirtiyordu. Akşam eve geldiğimde hemen internetten ev ilanlarına baktım. Bir tane uygun buldum, aradım. Ertesi gün de annemle Polatlı'ya gidip netteki eve baktık. Beğendik ve hemen oracıkta kiraladık. Her şey tıkırında işledi çok şükür. Pazar günü de bir kaç tane temel eşyayı eve taşıdık ve benim bir evim oldu.

Şimdi hem eve taşınalı, hem de oradaki bir devlet okulunda öğretmenliğe başlayalı iki hafta oldu. Öğrenci sayım çok fazla. Tam 29 tane! Ama o bir güncük kreş deneyimimden sonra vallahi böylesi daha güzel.

He unutmadan, "Nasıl oluyorda azıcık ücretli öğretmen paranla ev tutabiliyorsun?" dediğinizi duyar gibiyim. Hemen söyleyim öyle ucuz bir ilçe ki millet tek maaşla aslanlar gibi yaşıyor. Benim zaten aylık bir miktar param da var. Üstüne bir de bu para. Oo yeterde artar bile. 

Anlayacağınız bir iki ay içerisinde öyle tutarsızlıklar yaptım ki en sonunda bu işte şöyle dikiş tutturmadan buraya yazmak istemedim.

Not: Ancak yine de vekil öğretmenliğin durumu belli olmayacağından hala dükkanlardaki eleman aranıyor yazılarına dikkat ediyorum. Ee, kırk yılın başı bir evim olmuş bırakacak değilim yani.