Sayfalar

26 Haziran 2016 Pazar

Yüzmeyi Öğrendim de, Gerisi...

Uzun zamandır yazmadım. Gene! Kendime resmen yazmak için bir disiplin şiddeti uygulamam gerek. Dayak mı atsam, çimdirsem mi bilemiyorum şimdi. Halbuki yazacak o kadar çok şey var ki.

Misal yazmadığım o dönemden beri kendimi gerçekleştirmekle meşgulüm. Ya da geliştirmek mi demeliydim, yine bilemiyorum. Neyse yüzme kursuna gittim. Parası neyse bastırıp özel ders aldım. Şimdi eh, çata pat yüzüyorum. Nefes alış verişlerde hala zorlanıyor olsam da o bi ton aidat verdiğim sitenin havuzunu kullanabiliyorum artık. Ama hala herkes bana bakıyor gibi geliyor. Sanki "bak bak, ne kötü yüzüyor."diyorlarmış gibi. Fakat ben yüzerken ya da güneşlenirken öyle kimsenin havuzda ne yetkin yüzdüğüne dikkat edemiyorsam başkaları da edemiyordur yani. Sonuçta kendime yüzmeyi bırakmamak için züğürt tesellisi veriyorum.
Not: Bu arada akşam saatlerinde kapalı havuz gerizekalı genç erkek sürüsü kaynıyormuş. Yaşayarak öğrenmiş bulundum. Bak, en iyisi sabah:)

Sonra pasaport aldım. Maalesef daha yeşil pasaporta 10 yılım olduğundan bordo renklidir kendileri. Akraba ziyaretleriyle karışık kısa bir avrupa turu. Maaile gidip (anne, anneanne, kardeşler) en kısa zamanda erkek kardeşimle onlardan ayrılıp Prag'da fır fır gezmeyi düşünüyoruz. Bakalım nasip. Vize için tüm aile bireylerinin sarsaklığını beklediğimizden daha başvuramadık. Sanırım vize çıkacak. Ama çıkmazsa 10 yıl boyunca gelsin vizesiz ülkeler. Japonya ya kadar yolu var yani. Her neyse, ilk defa başvuracağım için acayip stresliyim. Ya şöyle olursa, ya böyle olursa diye diye kendimi kötülerden kötü bir senaryo seçerken buluyorum. Karamsar bir yapım var benim harbi. O kadar girdiğim depresyona şaşmamak gerek.

Vel hasılı, durumlar böyle. Vize için tavsiye vermek isteyen varsa, ne güzel olur valla!

6 Nisan 2016 Çarşamba

İpana Luxe Perfection Beyazlatıcı Diş Macunu yorumlarım


Doğru makyaj, dolgun kirpikler, bakımlı bir cilt, hacimli saçlar… En önemlisi de beyaz dişlerle sağlıklı, güzel bir gülümseme! Bu yüzden diş bakımına ve beyaz olmasına oldukça özen gösteriyorum. Sürekli yeni ürünleri deneyimlemeyi de seviyorum. Burada raflarda gözüme çarpan ve Amerika’nın en büyük diş macunu markası olan Crest aslında Procter and Gamble’ın Türkiye’de sunduğu İpana markasıyla tamamen aynı içeriklere sahipmiş. Dünyada ilk defa beyazlatıcı bantları üreten bir marka olduğu için 3 boyutlu Beyazlık ailesi oldukça ilgimi çekti. Son zamanlarda market alışverişine gittiğim her mağazada ve televizyonlarda sıklıkla İpana’nın yeni ürünü olan Perfection’a denk gelince ve özellikle 3 günde %100’e kadar lekesiz iddasını duyunca denemek istedim ve hemen aldım.

İpana’nın en hızlı ve en güçlü beyazlatıcı diş macunu ünvanına sahip bu diş macunu ile deneyimlerimi sizlerle paylaşmak istedim. Diş hekimimin de daha beyaz bir diş için önerdiği İpana 3D White Perfection ile güvenle, bembeyaz gülebiliyorum.

Perfection diş macunu 3 Boyutlu Beyazlık ailesinin en ileri ve etkili beyazlatıcı diş macunu teknolojisini içeriyor. Böylece diş minesine zarar vermeden sadece 3 günde diş yüzeyindeki lekeleri %100’e kadar etkin biçimde çıkarıp ve bembeyaz bir gülümsemeye sahip olmamızı sağlıyor.

Performansına gerçekten çok şaşırdım. Etkisi inanılmaz! İlk kullanımdan itibaren bile diş yüzeyindeki lekeleri çıkarma etkisini farkediyorsunuz. Keskin nane tadıyla ferahlığı sağlıyor, böylece uzun süre ferah bir nefese de sahip oluyorsunuz. Beyazlatma etkisi bu kadar iyiyken diş mineme hiç bir zarar vermediğini bilmek de çok güzel.

Procter and Gamble’ın tüm dünyada pazara sunduğu en gelişmiş beyazlatıcı diş macunu olan 3 Boyutlu Beyazlık Luxe Perfection İpana ile Türkiye’de de raflarda yerini aldı. Denediğinizde bana hak vereceksiniz:) Kullanmadan kesinlikle inanmazdım, deneyince etkisini gördüm ve mükemmel sonuç aldım.

Tam bir bakım sağlamak için aynı ailenin Oral-B 3D White Luxe ağız bakım suyunu da kullanıyorum. O da diş macunu ve fırçasının ulaşamadığı alanlardaki lekeleri bile çıkararak uzun süre, keskin bir ferahlık sağlıyor.

Unutmadan küçük bir not ekleyeyim; P&G ve İpana ürün performansına o kadar güveniyor ki, memnun kalmazsanız paranızın 2 katını iade ediyor. Bu nedenle beyazlatıcı etkisini kendiniz de görün diye bence gerçekten denemeniz gereken bir ürün.

Ürünü satın almak isterseniz tıklayınız!

P.S. Bana bu bilgiler yetmedi, ağız ve diş sağlığı üzerine daha çok şey merak ediyorum diyenleri aşağıdaki siteye alalım.  
http://www.agizbakimuzmani.com/

#ipanaperfection  #gülüşünügöster

İçerik Kaynak: http://kokoshgirl.com/
Video Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=B7MDJzarokU

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

23 Mart 2016 Çarşamba

Yok Yok En iyisi Yeşil Soğan

Anladım artık, ben bitki yetiştiremiyorum. Benim asla bitkili bir evim olmayacak. Misal, suya koyduğum nanelerim asla çimlenmedi. Sonra çok arsız denilen semiz otları biraz çıkıp pat diye kurudular. Maydonozlar da keza öyle. Bir öğrencim çok tatlı bir cam göbeği hediye etmişti. Bir kaç gün eve götüremedim öylece pencere önünde büyüyevermiş. Alıp eve getirdim, çok değil bir haftada topraktan dala doğru kurumaya başladı. Tabi bitkiyi kurtarayım dedim, tepesinden kopartıp suya koydum ama köklendiremedim. Bakın yeşil soğan yetiştirebiliyorum ama onunla da övünmek komik olur şimdi. Sonuçta soğanı az biraz fazla beklet sebzelikte, salatana doğracak kadar yeşillik elde edersin. 

Şimdi belki dersiniz, toprağın kötüdür, suyu fazla döküyorsundur falan ama yahu suda bile çimlendirme yapamıyorsam... demem o ki benden bir cacık bitkici olmaz.

Not: Cuma günü okulda çocuklarla pamukta fasülye çimlendireceğiz. Umalım da benim kör talihim çocuklara geçmesin.

14 Mart 2016 Pazartesi

İçimdeki Kütüphaneden Bildiriyorum

Evet biliyorum, adımı "Kitap Gibi Kız" koydum ama doğru düzgün hiç kitaplardan bahsetmiyorum. İşte şimdi bunu bana soran, sormayan herkes için böyle bir yazı geliyor. Sevdiğim yazar ve kitaplardan bir kuple anlatarak başlıyorum.

Bir kere blogu düzenli takip edenler varsa bilirler, "Orhan Pamuk" hayranıyım. Hiç öyle nobel almış, almamış, siyasiymiş, değilmiş demeden severim. Bütün kitaplarını okudum. Hatta yeni bir kitabı çıktığında haftasında satın alıp okuyorum. Bir kere seviyorum adamın yazı tarzını. Anlattığı olaylar ne olursa olsun hep belirli bir mesafeden bakar. Asla seni anlattığı duygunun içine tam olarak sokmaz, sokmak istemez. Doğrusu bu durum benim de işime geliyor. Zira hani şu çok satmış olan duygu yüklü, romantik kitapları ne kadar okumak istesem de çoğundan uzak duruyorum. Çünkü kitapla yaşadığım yoğun duygulardan çok yıpranıyorum, etkisinden kurtulamıyorum. İşte Orhan Pamuk sağ olsun beni asla böyle bir duruma sokmuyor.

Sonra güncellerden Buket Uzuner, Mehmet Murat Somer severim. Eski kitapları olmak şartıyla Elif Şafak severim. Hatta "Bit Palas" kitabını döne döne tekrar okuyabilirim. Ancak bir iki senedir öyle bir yazar keşfettim ki, müthiş, adam müthiş! "Sezgin Kaymaz" Gündelik yaşamlara, öyle fantastik, öyle akıl almaz şeyler katıyor ki nefis. Okur, okur  da daha  çok okumak istersin. Tavsiyem özellikle "Kün" "Sevinç Kuşları üçlemesi" ve "Medet" kitaplarıdır.

Klasik yazarlardan tam bir Peyami Safa hayranıyım. Hatta bir ara nerede ne yazmış, onları bile bulup okumaya çalışıyordum. Pek çoklarının aksine benim favorim "fatih harbiye" ya da "dokuzuncu hariciye koğuşu" değil o kadar da çok bilinmeyen "Şimşek" romanıdır.

Sonra çeşitli ingiliz klasikleri bana çok sıcak gelir. Sanırım bunun sebebi küçükken izlediğimiz türk filmleri. Aşağı yukarı konularını hep ingiliz klasiklerinden aparmış olduklarından bu klasikler bana o kadar tanıdık geliyor ki onları okurken müthiş zevk alıyorum.

Sonra Virginia woolf okumaya bayılırım. Favorim çağlar arası yolculuk yaptırdığı "orlando" kitabıdır. Sonra paul auster severim, poe, agatha christie, sherlock holmes hayranıyım. Hala tam bir Harry Potter takipçisiyim. Truman Capote ile yeni tanıştım, ancak devamının gelmesini ümit ediyorum.

Bunlarla birlikle Alev Alatlı ve Oğuz Atay okumaya çalışıyorum ama pek başarılı olduğum söylenemez.

* * *

Vs. Vs. Vs. Açıkçası yazının sonunun gelmeyeceğini,daha böyle sürüp gideceğini fark ettim. En iyisi burada ara vermek. Başka bir zaman devam ederim. Sıkılmadan okuyana "maşallah boncuğu" ;)

12 Mart 2016 Cumartesi

çamaşırcılar Ve kuaförler

Şu ömrü hayatımda sevmediğim ama gitmeye de mecbur olduğum iki çeşit dükkan var. Allahım
nefret ediyorum onlardan!

İlki kuaförler...

Mutlaka bir önceki kestirdiğin saça bir kulp takarlar. Öyle bir aşağılarlar ki "Allahım öyle paçoz bir saçla aylarca nasıl gezmişim?" diye kendini eziklerken bulursun. Sonra mutlaka "Saçların neden bu kadar yağlı?" diye sorup hemen özel(!) bir şampuan satmaya çalışırlar. Ya da  "Saçın bakımsız kalmış, krem verelim." veya "Saçların çok güzel bozulmaması için bir krem verelim." derler. Yani her türlü keklemeye çalışırlar.
Ah bir de kaş, bıyık aldırma durumları. Resmen bütün mahrem alanın işgal edilir. Üzerine üzerine eğilmeler, yüzüne vuran sıcak nefesler. Hele bir de sigara tiryakisiyse vay haline.

2incisiyse çamaşırcılar...

Bilhassa bir sürü pahalı sütyen markası satanlar. Bunların bir kere elemanlarının çenesi çok düşük olur. Ve müşterinin kilosu, tipi ne olursa olsun her seferinde vücutlarında bir kusur bulurlar. Asla bedeninden rahatsız olmadığını, aksine sevdiğini anlatamazsın onlara. İlla ya toparlayıcı satacaklar ya destekli. Aman da "Bu denediğiniz çamaşır nasıl da güzel oldu. Eskisi gömleğinizin altından nasılda çirkin duruyordu." lafları. Sonra araya mutlaka bir mutlu müşteri anısı sıkıştırıverirler ki değerleri anlaşılsın. Valla oralara girince kaçar gibi alışveriş yapmaya çalışıyorum ama bazen yakalandığım da oluyor. Allah sonumuzu hayretsin! 

4 Şubat 2016 Perşembe

İyi Öğretmen, Kötü Öğretmen

Bir gün biri gelip de bana "Nasıl iyi bir ana sınıfı öğretmeni olurum?" diye sorsa, ona vereceğim tek cevap "Dersine gir!" olurdu. Zira gözlemlerime göre ana sınıfı öğretmenleri maşallah güzel eğitimler almışlar okullarından. Ağızlarını açsalar çocuk eğitiminden bir bahsederler ki sen "Vay anasını! Ne süper öğretmen dersin." Hem bunların bir çoğunun sınıfına gir, gene aynen "Vay anasını!" dersin. Hatta belki kendi öğretmenliğini sorgulayacak kadar. Evet,  bu dönemki okulumda ben de kendimi iyi öğretmen değil miyim diye uzun uzun sorguladım. Zaten ne zaman biri çıkıp uzun uzun kendini, eğitim anlayışını övse, hep aynı duyguya kapılıyorum. "Ben iyi değil miyim acaba?" (Bak bunlar hep depresyon yatkınlığı işte.) Bir de olayıma bakın, veliler gelip teşekkür ediyorlar.
"Hocam, çocuğum güle oynaya geliyor. Sabahları okula gideceğiz dediğimde hemen kalkıyor." diyorlar.
Sonra "Çocuğum asosyaldi. Hiç arkadaş edinemezdi. Şimdi bir sürü arkadaşı var, okulu, sizi çok seviyor." diyorlar.
Birkaç tane ilginç velim dışında sürekli çocukların beni sevdiğini anlatıyorlar. İyi huylar kazandıklarını, bir sürü şey öğrettiğimi söyleyip duruyorlar. Ve ben hala iyi öğretmen değilim galiba diye vesveselenip duruyorum. He bu arda ben okul sınırları içerisinde kendi kendimi övmüyorum. Ne yapayım öyle yetiştirilmişiz. reklam falan yapamıyorum ben. "İşimiz bu, sonuçta maaş alıyoruz." deyip yoluma devam ediyorum.

Fakat dönem sonuna doğru saçmaladığımın farkına vardım. Bir kere okulun anaokulu bölümü dedikodudan, fesatlıktan kaynıyormuş da haberim yok. Yahu bunlar iki gruba ayrılmışlar. Stajyeri, kadrolusu, ücretlisi topu birden karşı karşıya düşmüşler, Kimse birbirini beğenmiyor. kötü olduklarını düşünüyor. Müdür yardımcısı birine bir şey dese gururum da gururum diye ortalıklarda dolanıyor da benim ruhum duymuyor. Zira ben o arada sınıfımda oluyorum. Çocuklarla ilgileniyor, velilerin çocukları hakkında sorularını yanıtlıyorum sabırla. Bu arada farkediyorum ki iki grup da bana haklı olanların kendileri olduğunu ispat etmeye çalışıyor. Da niye bana, yahu bi gidin işinize.

Hepsi iyi öğretmen aslında. Tek bazıları derslerine girmeyi becerse.

Aslında genel olarak, stajyerlere, yardımcı öğretmenlere sınıf bırakmak gibi bir olayları var anasınıfı öğretmenlerinin. Hatta bu o kadar kanıksanmış ki kimse de "hocam ders vakti ne arıyorsun dışarıda?" diye sormuyor. Hatta sorsa suçlu durumuna düşecek. "Zaten bizim teneffüs hakkımız yok da, bir nefes alamayacakmışız da." falan da filan da. Kimse nefes alma demiyor zaten. Ama unutma ki diğer öğretmenlerin de teneffüsü 10 dk, öyle eline çay kahve alıp saatlerce dedikodu yapacak kadar değil.

Şimdi bu yazdıklarım size fazla üstü kapalı gelmiş olabilir. En iyisi bu kadar harfi neden tuşladığımı anlatayım.

Karne haftasında ben iyi öğretmenim diye dolaşan, sürekli başka öğretmenlerin eğitim anlayışlarını beğenmeyip onları kötü diye yaftalayan ve bunun için her an idarecilerle iyi geçinmeye çalışan bir öğretmenin derse bile doğru dürüst girmediğini keşfettim. Ve "iyi öğretmen" imajının zedelenmemesi için zaman zaman gözünü bile kırpmadan ortamı mikserlemeye çalıştığını. Bu yüzdenmiş gruplara ayrılmalar falan. Bir taraf mikser, diğer tarafsa kendini korumaya çalışan. Daha da ilginç olanıysa mikser olanın beni etkisi altına almaya çalışırken her seferinde objektif yorumlarımla onu püskürttüğümde, biraz daha bana uzak durduğunu görmek.


Not: Bu yazıyı yazarken aklıma eskilerden bir anı geldi.

Üçüncü sınıftaki stajımda iki arkadaş bir sınıfa giriyorduk. Dersine girdiğimiz öğretmen biz gelir gelmez, hemen sınıfı bırakıp çıkıyordu. Biz de artık ilk tecrübemiz, kör topal bir şeyler yapmaya çalışıyorduk ama doğrusu o öğretmen hakkındaki düşüncelerimiz hiç de iyi değildi. Derse girmezdi, ya da kenarda put gibi otururdu. Gün boyu bize hiç bir şey söylemez ama bizimle hiç muhattap olmadan gözleriyle tedirgin etmekte de üstüne yoktu. Kadına sinir oluyorduk. Ama bir gün vücudumuzla ilgili bir konu anlatacağı tuttu. Ağzımız açık kaldı. Mükemmel bir sınıf yönetimi. Çocuklara müthiş bir ilgi alaka. O an kadına sinirimiz nefrete dönüştü. Sonuçta biz onun rehberliği için gelmiştik staja. Ve kadın bizi bunlardan mahrum bırakmıştı. O benim için hala kötü öğretmendir. Öğrencilerini iki tecrübesiz stajyere bıraktığı için.

11 Ocak 2016 Pazartesi

Zaaflarım Var, Nefret Edebiliyorum...

Bu aralar internette böyle bir söz dolaşıyor. Hatta herkes gibi beni de etkiledi bu söz. Zira okuduğumda sadece "aaa benden neden nefret ettiklerini şimdi anladım." deyip mutlu olmadım. Tam tersi kendimi sorgularken buldum. Çünkü belki de  ben de nefret ettiğim zaman bu yüzden nefret ediyorumdur. Çünkü insanım, zaaflarım var. Çünkü ben de dikkat çekmeyi seviyorum. Misal "bana güzel yazıyorsun." dediğinizde çok mutlu oluyorsam, daha bir şevkle yazı yazmaya başlıyorsam dikkat çekmeyi seviyorumdur. Yalan yok. Dolan yok. Hepimiz küçük kazançların peşinde koşan zavallılarız belki de.

Kendimi eğitmeye çalışıyorum aslında. Ne kadar becerebiliyorum, bilemeyeceğim. Ama çabalıyorum işte. İnsan başkarının dertlerine bakarak mutlu olmamalı. İçine bakmalı.

Falan filan işte. Okadar karman çorman yazdım ki hatta cümlenin asıl anlattığından da uzaklaşmış olabilirim. Ama zihnimi durdurmak istemedim.  Zira beynimin kontrolüne geçmeden derinlerdeki düşüncelerime ulaşmak istedim.  Öyle işte.

7 Ocak 2016 Perşembe

Ev Küçümsemece

Geçen gün, oturduğum civardaki sitelerin belli özelliklerinin olduğu bir konuşmanın içindeydim. Ben tabi ne neydir, hangi site nasıldır bilmediğimden bilgi bombardımanına tutuldum. Yani yalnız yaşayan biriyim ama aile sitesi nasıl olur, civardaki hangileri aile sitesi anlatıp durdular. Ben de garip, n'apsın kafa sallaya sallaya "hııı demek böyle oluyormuş." diyerekten dinledim. Bu arada benim oturduğum site öyle artık eskisi gibi ailelerin tercihi değilmiş. Yavaş yavaş ayağa düşüyormuş. Falan filan. Bir an önce evimi değiştirmeliymişim. Şimdi konuyu buradan alıp bir şeye geleceğim. Sürekli evimi kötüleme hallerine.

Kıskanıyorlar mı, gerçekten beğenmiyorlar mı, yoksa beni mi sevmiyorlar anlamıyorum. Belki de hepsi. Kimseye de derdini anlatamıyorsun ki. Kardeşim Diyarbakır'da çok çektim. Yalnız yaşıyorum. Rahat olsun, güvenli olsun, sıcak olsun. Bu kadar basit. Misal ana yoldan taksiye binip eve gidiyorum bir gün. Taksici "Bu binalar var ya, nasıl oturuyorsunuz var ya hepsi depremde yıkılacak. Pardon abla siz orda ev sahibi miydiniz?"

Sonra okuldaki bir öğretmen evimin üç  yıl içinde ne kadar değerlendiğini sorup sonra da cık cıklamaya başlamıştı. Neden fazla artmadığını sorgularmış gibi yapıp ufaktan küçümsedi beni. Yahu kardeşim evi satıp satıp yeniden almak için almadım ki. Oturmak için aldım. Hem de bir mani olmadıkça oldukça uzun bir süre. Yani değerlense ne olur değerlenmese.

İşte bir de yukarı da anlattığım gibi tek yaşadığım halde aile sitesi değil artık seninki diye küçümsemek.

Amaaan sen de, Kitap Gibi Kız. Kafanı taktığın şeye bak! 

2 Ocak 2016 Cumartesi

Çift Olmayı Beceremeyen nokta nokta Çiftler.

Eğer becerebilirsem kısa yazacağım. Örnek vermeyecek, olayı anlatmayacağım.

Bir daha asla asla asla evlilikleri ya da ilişkileri tam olarak oturmamış çiftlerle çift olarak görüşmeyeceğim! "E sen salaksın o zaman, bunu herkes bilir ki." diyebilirsiniz. Haklısınız ben aynı delikten bir kaç kere ısırılan bir salağım, aptalım, malım! Hatta şu anda da çok mutsuzum. Ya bana ne kardeşim, sizin derdinizden, sıkıntılarınızdan, ayrılmalarınızdan. Sonuçta benim de kendime göre dertlerim var. Sizinle mi uğraşacağım yahu!

1 Ocak 2016 Cuma

Yeni Yıla Nasıl Girdim?

Yeni yıla uyuyarak girmeyi planlıyordum,olmadı. Karanlıklar içerisinde birden uyanıp sağa sola dönmeye başladım. Burnumda baharatlı tavuk ya da hindi kokusu, Kalktım, ışıkları açıp saate baktım ki yeni yıla girmeye beş dakika kalmış. Dışarıda göz gözü görmüyor, bembeyaz bir tipi var sokaklarda. Dairelerden taşan sorhoş kadın bağırtıları. "Herkese mutlu seneler, iyi yıllar." Dışarıda havai fişek sesleri. Ev buz tutmuş. Birden bire soğumuş. Sırtıma bir yelek, ayağıma bir çorap geçirdim. Dış kapıyı açıp havayı kokladım baharatlı koku bütün katı sarmış. Kapıyı kapatıp saate baktım 23:59. En iyisi haber kanallarını gezeyim dedim. Aklınızda bulunsun, yeni yıl bombardımanı en yumuşak haber kanallarıyla atlatılıyormuş. Hem sesini yüksek açarak dışarıdaki seslerden kurtuldum hem de birkaç dakika havai fişek gösterileriyle yeni yılı kotarıp Rusya, terör gibi olaylara geri döndüler. Böylece fazla sıkıntılanmadan yeni yıla girmiş oldum.

Bu sene, yeni yıl kutlaması yapmak istemedim. Yalnız ve tek başıma olmanın bana daha iyi geleceğini düşündüm. Zira ailem yanımda olmayacaksa bana pek anlamlı gelmiyor yılbaşları. Yaşlanıyorum demiştim, artık çocukluğumdaki yılbaşlarını arıyorum. Dışarıdaki eğlenceler mantıksız geliyor. Zaten o anda arkadaşlarımı da tanıyamıyorum. Herkes bir tuhaf oluyor. Herkesin psikolojisi birden bozulmuş gibi. Bilmiyorum, belki de o anda asıl ben tuhaflaşıyorumdur. Ankara'ya da gitmedim hem. Ne bileyim, sömestr'a çok az kalmış. Bir defa git, tam git değil mi?

Vel hasılı kelam, yeni yıla yalnız ve uykuda girmek istedim, olmadı. Yalnız ve uyanık girdim. Ve şu anda yılbaşından istediğim tek şey bu gece yayınlanacak olan sherlock'un özel bölümünü uyuya kalıp kaçırmamak.

Herkese iyi seneler...