Sayfalar

29 Şubat 2012 Çarşamba

Ece Sükan Benim Bloguma Yakışan VAIO'yu Seçti... Sıra Sende!


Bana en çok Turuncu VAIO yakışıyor!

Ünlü moda ikonu Ece Sükan, Sony VAIO için ilginç bir işe imza attı. Blogların renkli dünyası ile Sony VAIO'nun renkli dünyasını birleştiren Ece Sükan, bir çok blog gibi benim blogumu da inceledi ve yakışacak olan rengi belirledi. Ece Sükan, blog içeriği, tasarımı, duruşuna göre 6 farklı rengi olan Sony VAIO içinden bana Turuncu VAIO'yu seçti.
sony-vaio
Ayrıca Facebook üzerinde yapılmış özel bir aplikasyonla Ece Sükan profil fotoğraflarını inceliyor ve sana yakışan Sony VAIO'yu belirliyor. Sen de fotoğrafa tıklayarak Facebook üzerinden VAIO kazanma şansı yakalayabilirsin...

Bir bumads advertorial içeriğidir.

26 Şubat 2012 Pazar

Paranoyaklaştıramadıklarımızdan mısınız?

Diyarbakır'a atamam yapıldığında bilimum arkadaş ve aile çevrem tarafından korkulu gözlerle abluka altına alındım. Zira şehrin dışarıdan görünen imajı malum. Gerçi ben inatla gitmek istesem de nasıl bir yerle karşılaşacağımı kestiremiyordum açıkçası. Hayır bir aç vikipedi'yi de şehrin genel tanıtımını oku bari. Onu da yaptığım yok. Bildiğiniz korkuyorum lan, bilgisizlikten korkuyorum. Haberlere felan bakılırsa her an, her dakika silahların, ses bombalarının patladığı; eli taşlı çoluk çocuğun cirit attığı bir yer zaten. Ama serde erkeklik var ya tırstığımı belli de edemiyorum. Öyle sırıtık sırıtık dolanıyorum etrafta. Yahu zaten benim çevrem de nasıl bir çevreyse Diyarbakır'a atandığımı duyan herkes ya "gitme bence" diyor ya da "aman sakın ev tutma, öğretmen evinde kal. ya evi basarlarsa" diyor. Kimisiyse içindeki fikri sadece yüzüne yansıtırcasına beni son gördükleri an o anmış gibi bakıyor. Anlayacağınız zaten titrek olan atanma mutluluğum hepten yerlere yattı. He, anne faktörünü de unutmamak gerek. Kadın safi parayonaklaştırma makinası. "Aman kızım, kimseyle muhattap olma, evden dışarı fazla çıkma. İşini gör hemen eve gel. Okulda ders dışında fazla kalma. Arkadaş olma. Karanlığa kalma. Kalabalık yerlerde dolanma." Duyanda Afganistan'da ateş altında çalışacağım sanır. Diyarbakır yahu orası. Günde en az 15 20 tane uçağın inip kalktığı kocaman bir şehir.

Anlayacağınız böyle bir psikolojiyle geldim Diyarbakır'a. Bir de bunu salak salak etrafa belli ettim. Düşünsenize geldiğimin ikinci günü öğretmen evindeki görevliye "Gece buralarda dolaşmak güvenli mi?" diye sordum. Adam ne dese beğenirsiniz "Yanında silahın var mı?" ardından da kocaman kahkaha atıp yahu "sen nerden geldin?" deyiverdi. Bildiğiniz kıpkırmızı oldum. Adama da Ankara diyemedim artık da küçük bir ilçe adı sallayıverdim. "Oralar küçük yerler, burası büyükşehir burda herkes dışarda" dedi gülerek. Anlayacağınız küçük, geceleri sokağa çıkılmanın tehlikeli olduğu bir yerden gelen taşra dilberi oldum adamın gözünde. Galiba, uzun bir süre öğretmen evine gitmeyeceğim. 

Şimdi sokaklarda rahatça dolanıyor ve ürkek hallerimi arkadaşlara anlatıp eğleniyorum. 

Not: Bu yazıyı daha önce yazacaktım ama malum anne sansürüne takıldım. 

25 Şubat 2012 Cumartesi

Kedi, Şehir ve Yollar

Çalıştığım okul merkeze çok yakın bir köyde. Servis falan yok. Bir öğretmen arkadaşın arabasına doluşup tıngır mıngır surların yanından geçerek köye varıyoruz. Her sabah koştur koştur beni alacakları yere gidiyorum. Çünkü her gece geç yatıyorum. Polatlı'dayken bir ara tavuklarla "sen mi önce yatacaksın ben mi?" yarışına girmiştim halbuki. Televizyon yüzünden tabiki. Herkese "tv mi, ben radyo dinliyorum yav" diye hava attığım günler geride kaldı resmen. Şimdi en fazla "feriha mı ben yalan dünya izliyorum" havası atabilirim. Huy mu değiştiriyorum nedir. Ben de baktım bu olacak gibi değil, gittim kendime küçük şirin, flash bellekten de müzik çalabilen bir radyo aldım. Eğer salona fazla uğramazsam tv'den de kaçabilirim. Virüs gibi yahu, sardı mı sarıyor.

Okul yolum kendimi bilgisayar oyunlarının içinde hissedecek kadar bozuk. Sürekli asfalttaki ufak ve büyük çaplı çukurlara girmemek için bir sağa bir sola kıvrılıyoruz. Bazen "Hugo üçe bas, ahh kaçırdın gene gitti bir can!" felan diyesim geliyor.

Öğleden sonraları genelde eve gidiyorum. Dedim ya huy değiştiriyorum diye, hemen yemek yeyip dinlenme moduna geçiyorum. Eğer keyfim yerindeyse eve yakın bir iki tane alışveriş merkezi var. Onlara gidiyorum. He, alışkanlık değiştirdim diyorum ama o kadar da değil. Hala uzun uzun mağaza gezmek yerine kitapçıya dalıp çıkamama huyum devam ediyor. Buna da şükür, valla bir ara alış veriş merkezlerini artık sevdiğimi fark edince "Acaba içime ne kaçtı?" diye kendimden iyice şüphelenme noktasına gelmiştim. Yav, bak kendime iyice yüklendim iyi mi. Halbuki gene gittim buranın kütüphanesine üye oldum, daha ne olsun. Mart'ın 15'i gelsin kısa Diyarbakır çevre gezilerine de başlarım hem. Ama ilk önce kendime ucuz mucuz da olsa bir fotoğraf makinesi almam gerek. Geziyorum falan iyi de blogta yayınlayacak şifa niyetine bir resim bile olmuyor elimde. 

Üçü insan, biri hayvan olmak üzere evde dört kişiyiz. Ben de, hayvan diye bahsettiğim kedi de evdeki diğer iki insanla iyi anlaşıyor. Bizse pek birbirimizden hazzetmiyoruz. O nefretini benim odama iki kere kakasını yapmakla ben de ona "KEDİ!!!..." çığlıklı hitaplarımla gösteriyorum. Aslında arkadaş sokaktan bulup evimize getirdiğinde severim ben bu "Paşa"yı demiştim. Ta ki sessizce salondan çıkıp odama kakasını yapana dek. Hoş artık kedi kumuna alışmış, veterinere götürülüp bakımı, aşıları yapılmış temiz bir kedi olsa da kendini sevdirmek için benim yanıma geldiği pek söylenemez.
***
Efendim, karman çorman bir Diyarbakır yazısıyla karşınızdaydım, esen kalın dostlar...

Not: AZC plaza'daki Best Cafe ne güzel yermiş öyle.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Diyarbakır'a Güzelleme

Dostlar, kendime nazar değdirdiğim çok olmuştur. Resmen sırf bu yüzden günlerdir kendime maşallah demekten dilim kurudu. 

Diyarbakır'da ilk gün kolayca kaydımı yaptırdım. Ardından da son son sürat tanıştığım bir kızla akşama kadar gezdikten sonra birlikte ev arkadaşı arayan bir kızla görüştük. Ertesi gün de pılımızı pırtımızı toplayıp eve taşındık. Ev oldukça merkezi. Kütüphaneye, sinemaya, tiyatroya, bankalara yürüyerek gidilebiliyor. Yani bundan iyisi şam'da kayısı. Yeme de yanında yat. Şimdilik iyi anlaşıyoruz. Bakalım gelecekte n'olacak? Ayın on beşine kadar kendime sadece bir şilte aldım. On beşinden sonra, ikinci elleri, ucuz mobilyacıları dolanıp mümkün olan en az paraya baza, dolap, masa vs, alacağım. Ki borca girmeyeyim, ki para biriktirip ilk fırsatta gezebileyim. Anlayacağınız gırtlağı tutacağım, kemerleri sıkacağım.

He, bu arada 26. tercihten gelip gelebileceğim en iyi yerlerden birine gelmişim meğer. Burası çok rahat, çok güzel. İnsanlar yardımsever, seni hiç yadırgamıyorlar. Canın sıkıldığında gezecek, oturacak çok yer bulabilirsin. Bir kütüphanesi var hele mükemmel. Rengarek, rahat okuma koltukları var her tarafta. Memurları da çok şirin. Yahu sevdim ben Diyarbakır'ı be. Aman nazar değmesin maşallah, maşallah:)

Diyarbakır'ın iki tane merkezi yeri var. Biri Dağkapı, diğeri Ofis. Tamam biliyorum Ofis ismi gerçekten çok komik. Ama güzel bir yer. 

Şehir Koşuyolu ve Batıkent semtleriyle sevdiğim iki güzel şehri hatırlatarak bir artı puan daha alıyor benden.

Bu arada ya her şöförü deli değil ya da bura insanının araba kullanma stiline alıştım. Zira artık dolmuş ve taksideyken o kadar kalbim ağzıma gelmiyor.

Burda herkes ama herkes kaçak çay içiyor. Öyle ki Ofisteki sanat sokağında Bir kafenin adı "kaçak Çay Kafe" 

Sanat sokağı demişken kardeşimle geldiğimizin sabahı oradaki kafelerin birinde kahvaltı yaptık ki şoka girdik. Tek kişilik serpme kahvaltı söylüyorsun ama gelen şeylerle üç kişi doyar resmen. Hem çokca da lezzetli.

Not: Dostlar, şöyle bir yazıya baktım da resmen Diyarbakır'a güzelleme yapmışım. Bu yazıyı okuyanlar arasında gezmeyi seven varsa mutlaka Diyarbakır'a da gitsin. Emin olun pişman olmayacaksınız. 

6 Şubat 2012 Pazartesi

Karanlıkta Anca Bu Kadar

Diyarbakır'a geldim, daha doğrusu geldik. Erkek kardeşimle birlikte. Ve hemen şimdi sıcağı sıcağına ilk izlenimlerimi yazmak istiyorum.

- Sevgili anneme kanıp kalın kapkalın şeyler giymeye gerek yokmuş. Burası da en en en fazla Ankara kadar soğuk olabilirmiş. Hatta daha bile az.

- Havalanı şehrin içinde neredeyse. O kadar merkeze yakın. Yalnız havaalanı taksicileri nereye giderlerse gitsinler en az 15 tl alıyorlar. Haberiniz olsun.

- Buranın bütün taksileri son düzenlemeyle tek tipe dönüşmüş bulunmakta. "renault kangoo"

- He bir de taksiciler amma cambaz. Makas atıp duruyorlor. Resmen taksideyken kalbim yerinden fırlayacaktı.

- Son olarak dakka bir gol bir, emlakçının biriyle tanıştım. "böyle olmaz. sizin acil ev bulmanız lazım. Elimde mükemmel bir kiralık daire var." dedi. Komedi!

İzlenimler şimdilik bu kadar. Haliyle akşam akşam bu kadarcık şey gözlemleyebildim.

4 Şubat 2012 Cumartesi

Atandım

Daha gitmedim ama yarın Diyarbakır merkezde olacağım. Atamam şirin, tıfıl, küçücük bir merkez köy okuluna yapılmış. Öğretmenler köyde kalmıyormuş. 20 dk falan süren bir uzaklıkta git gel yapıyorlarmış. Neyse efendim, ortam güzel mi bilmem ama şimdilik istediğim en büyük şey gerçekleşti. Diyarbakır'da hem havaalanı hem de tren garı var. 

Dostlar bu seferlik bu kadar. Yarın akşam Diyarbakır uçağına biniyorum. Hadi, macera beni bekler. Görüşmek üzere...

2 Şubat 2012 Perşembe

Şubat Atamaları

Bir haftayı geçkindir yatıyorum atama, kalkıyorum atama. Çevremdeki herkesi kendimden iğrendirecek kadar ilgilendim bu konuyla. Ona "şu şehir nasıl", buna "hangi ilçenin iklimi güzel", şuna "ana okulu mu ilk öğretim mi tercih edeyim" diyerekten bilimum çevremdeki herkesi "yeter artık bi sus bi sus" dedittirdikten sonra en sonunda tercihlerimi yaptım. Ama resmen ben benden kaçabilsem ardıma bile bakmadan tabanları yağlardım. O derece beynimi bulandırdım yani. 

Ancak bu bıktırmalar yarın son bulacak. Yarın büyük gün. Yarın Türkiye'nin hangi doğu iline atandığım belli olacak. (Ya da atanamadığımı) Eğer atanmışsam, ilk işim acilen gidilecek yerde kalmak için bir oda ve bir bilet ayırttırmak olacak. Temennim, inşaallah havaalanı ve/veya tren garı olan bir yere atanmış olmak. Zira sonunda hafta içi çalışıp hafta sonu gezebileceğim bir yaşam standartına kavuşacağım. Tabi yolları kapanmış, kış boyu dışarısıyla ilişkisi kesilmiş bir yere gitmemişsem. Tercihlere bir sürü "Iğdır" yazdım. Diyorum ki Dilucu'na şöyle bir uzanıp ordan sonra da Nahçıvan'ı geçeyim. Len şaka maka öyle şehirler yazdım ki artık komşu ülkeler bana memleketimden daha yakın olacak. 

Evet dostlar bakalım bir sonraki yazımı size hangi şehirden, köyden, beldeden, ilçeden yazacağım? Bekleyin beni anacım.

Not: Arada bir reklam yazıları almaya başladım. Bir sonraki yazı reklam olacak aslında.