Sayfalar

27 Aralık 2011 Salı

İkramiye Bana Çıkarsa Diye Ne hayaller Kuruyorum Ne Hayaller

Benim de bir milli piyango biletim var artık. Tamam biliyorum çıkma ihtimali milyonda birden bile az ama işte umut dünyası. Bu bünye daha çekiliş yapmadan hayal kurmaya başladı.

Sevgili okuyucularım şu 10 milyon tl bir bana çıksın, hesapladım ekmek elden su gölden, rahat rahat, geniş geniş üç sene boyunca, hiç ara vermeden gezebiliyorum. Hem de her yeri. Tabi gözümü gezme hırsı bürüyünce faiz maiz hak getire. Acaba diyorum bankaya yatırsam da ölene kadar gezmeyi garantilesem mi? Ay, allahım yerabbim. Bak gene heyecanlara gark oldum. Ya da durun durun, şöyle yapayım ben. Nasıl olsa artık param var ya istediğim ilçeye, şehre gider oranın ilçe milli eğitimine başvururum. Her dönem bir yerde ücretli öğretmenliğimi rahat rahat yaparım. Hem her yerde yaşama fırsatı bulur hem de hoop, bir uçak, o hafta sonu canım nereyi çekerse artık, gezer gelirim.

Şimdi hiç bir şey yapmadan sadece "gez gez gez" yapmak da çok güzel olurdu ya insan azıcık çalışmalı ki gezmeyi özlesin değil mi anacım? Hem şu yarım dönemdir farkettim ki ben bu mesleği üstüne para verip bile yaparım. O kadar çok seviyorum yani. Yalnız şu kpss olayı yok mu beni benden alıyor işte.

Ayy, aman ya bu hayaller beni bitirmeden ben kendime gelsem iyi olacak. Şu sınava da çalışayım da seneye köye möye bir yere atanayım artık.

Not: Bak, sakın bana büyük ikramiyeyi kazanırsan, niye kendi ana okulunu açmıyorsun ki demeyin. Yolarım! Ben devlet eğitimine inanıyorum. Bedava eğitime.

Not2: Ay bir de "çıktı mı ikramiye ehe ehe" demeyin. Sonuçta çıksa bile buraya yazmam, değil mi?

Of of of! Ben en iyisi iyice uçmadan ve ukalalaşmadan gideyim. 

24 Aralık 2011 Cumartesi

Ve Kitap gibi Kız Sonunda Mim Yazısını Yazar.

Uzun süredir yazmıyordum sağolsun üç arkadaş beni mimlemiş. sparrow, adamın biri ve çiğdem. 

Hakkımda yedi tane gerçeği yazmam gerekiyormuş. Ufuu açılım yapacağız desenize. Hadi başlayalım o zaman.

1. Manyak gibi kendi burcumu okuyup kendimle gurur duyarım. "Vay anasını biz akrepler ne tuhaf yaratıklarmışız" diye haz üstüne haz alırım. He, yapıyorum bunları da ne alaka yani. Galiba ben beni bana anlatan şeyler bağımlısıyım.

2. Madem burçlar konusuna girdik, bir de deli gibi dünlük (Evet, günlük değil dünlük) burç yorumlarımı okurum. Bakalım beni iyi tahmin edebilmişler mi? Şimdiye kadar msn'deki yasemin boranla twitburc tahmin konusunda başa baş gidiyorlar. Ama gene de kimse yüzde yüz bir başarı sağlayamadı. Bakalım yeni yılda onlardan daha iyi bir performans bekliyorum.

3. Yaz, kış, hafta içi, hafta sonu sürekli saat sabah 6 olmadan uyanıyorum. Bu benim için güzel bir şey tabi de zaman zaman eve gelen misafirler için kötü oluyor. Sabahları gürültücü insanım zira.

4. Bundan yaklaşık 6 sene evvel Hacettepe'de okurken bana "kaygı bozukluğu" teşhisi konmuştu. İlaç, terapi derken geçti gitti. Ancak bu bozukluğun yerini "görünürde gamsızlık sendromu" aldı. Misal hayatımda pek çok insana travma yaşatacak derecede büyük şeyler olduğunda (sevgili terketmesi, trafik kazası, aileden birinin ölmesi, ıssız yollarda bir başına kalmak vs.) hemen durup "Bak, sen sana lazımsın, hemen aklını topla, ne yapabileceğini hesapla ve bu durumdan bir an önce kurtul." deyip kendimi kontrol altında tutuyor ve dibe batmamaya çalışıyorum. Ve doğrusu şimdiye kadar da hiç başarısızlığa uğramadım. Yalnız bu yaptıklarımın bir yan etkisi de açığa çıkmadı değil. "Gamsız" yaftası yemek. "Gamsız ya, hiç bir şey için üzülmüyor." Ya da "Onun o 'amaan' derken ki omuz silkmesi yok mu?" gibi cümleler benim için en çok söylenenler arasında top10.
En çok da erkekler şoka giriyor yalnız. Terk edildiğinde ya da reddedildiğinde üzülmeyen bir kız.
Üzgünüm aklımın yerinde ve kaygılarımın makul seviyede olması yaşadığım her şeyden çok daha önemli.

5. Sigara içmiyorum. Hatta kadın olsun, erkek olsun, sigara içmeyen insanları kutluyor ve kutsuyorum. Ama yine de sigara içmeyen bir erkek bana uzayın hangi kara deliğinden geldiği belli olmayan garip bir yaratıkmış gibi geliyor. O kadar çok sigara içen erkekli bir aileye sahibim ki sigara içmeyen değil sigara içen erkekler normal geliyor bana.

6. Resmi olamıyorum. Laubali bir yapım var. Ancak buna rağmen karşıdaki hakaret çizgisini aşarsa tak diye "portakal orda kal!" diyorum. İnsanlar beklemedikleri için küsüyorlar. (Bu arada küsenlerin peşinden nadir koşarım. Çok da tınn.)

7. Yalnızlığı seven bir insanım. Fakat farkettim ki "ben yalnız kalmak istemeliyim ama insanlar beni yalnız bırakmamalı." (Tercümesi: Off, bu zamana kadar yalnız kalmayı seven bir insanım ben diyordum ya sosyal bir insanmışım ben allah kahretsin.)

şimdi mimlediğim kişilere geçiyorum efendim, arz ederim.


Not: Reklam alacağım lan artık bloga. Akmasa da damlar :)

11 Aralık 2011 Pazar

Bit Yoluna Gitti Niyazi


Dikkat! Bu yazı hassas insanlar üzerinde kaşıntı yan etkisi oluşturabilir. Bilginize...

Evet, geleneksel ilköğretim bit salgınına hoş geldiniz. Eğer sizde bu eğlenceli kan bağımlısı hayvan deneyimini yaşamak istiyorsanız şu taraftan, sadece izleyici olarak katılmak istiyorsanız bu taraftan geliniz. Şu tarafta bitli kafalardan oluşan bir gürüh bu tarafta ise koruyucu ve engelleyici ilaçların bulunduğu insanlar vardır.

.....

Yahu paranoyaklaşmama az kaldı. Bit görüldü okulumda. Duyduğum anda da her tarafımı bir kaşıntı tuttu. Tamam hangi birimiz ilkokulda bitlenmedik ki? Hele ben. Sınıfta Nuray diye bir kız vardı. Bitleri inlerinden bizim sınıfa hep o taşırdı. Annem bizi tertemiz yıkar, paklar ama Nuray'ın annesi onunla hiç ilgilenmediğinden ondan bizim yeni temizlenmiş kafalara hurraaa, bitler uçuşuverirdi. Ulan bir dönem çocukluk hayallerimin, sırf bu nuray ve bit ikilisi yüzünden, içine edildi. Ortaokula geldiğimde fen bilgisi öğretmeni atomların çok küçük oluşunu “bit kadar bile değil” diye anlatırken resmen ensemden sırtıma doğru bir ürperti geçerdi. Şimdi gördünüz mü, gene geldi bu pislik hayvanlar, beni buldu. Zaten hep demezler mi “istemediğin bit, pardon, ot burnunda biter.” diye.

Okulda gördüm ya hemen öğlenleyin eczaneye koştum. Çok çok uzak bir eczaneye!

- Bit şampuanı alabilir miyim?
- Hangisinden han'fendi?
- Hangisi iyiyse ondan.
- İhtimal için mi yoksa temizlenmek için mi? (Ulan millet duymadan çabucak gazete kağıdına sarıp versen olmaz sanki.)
- İhtimal için.

Böyle böyle inatla bir kaç garip soruyla beni iyice terlettikten sonra en nihayetinde verdi ilacı. Ancak eczanenin içindeki müşterilerin bana bitli kız diye baktıklarına eminim.

Ama var ya salaklık bende. Ya hu öğretmensin işte. Bebelerle sürekli yakın temasta bulunuyorsun. Ne demeye vakti zamanında bir kaç kutu alıp depolamadın ki? Böylelikle “Eyvah bana geçti mi, geçmedi mi?” nidalarındansa her hafta saçını bu şampuanla yıkarsın, bitlerden korunursun.
Bunu da ilacın prespektüsünden öğrendim zaten. Bakın cümleyi aynen buraya alıyorum.

“Koruyucu olarak, risk süresince haftada bir defa uygulanması önerilir.”

Açıkçası bence herkes her zaman risk altında olabileceğine göre, hepimizin mutlaka haftada bir bu şampuandan kullanması gerekli. Hem fiyatı da ucuz be. 5TL. Saçları da diğer şampunalar gibi yumuşacık yapıyor hem. Dur bedava reklamını da yapayım. “ANTİ-BİT Şampuan”

Ulan yıkayın işte ne olur. Otobüse biniyoruz, kafalar dip dibe. Kimin kafası temiz kimin kirli bilemezsin ki?

Not: Sparrow beni mimlemişti ama bu konuyu yazmam gerekiyordu. Bu yüzden mimi bir sonraki yazıya bıraktım :(

5 Aralık 2011 Pazartesi

Aman da Aman Kayseri'ye de Gidermişim

Geçen cuma dersten çıkmış yorgun argın durağa doğru yürüyordum ki karşıdan tren garını gördüm. Hoş günde en az iki kere görüyorum onu ama bu sefer başka bakıyordu bana. Şey der gibi. "Hadi gir içime. Al bir bilet, nereye olursa olsun." Gezgin ruhum karıncalanmaya başladı. İçeri girdim. Baktım, gece binip sabah inebileceğim, sonra gene gece binip sabah Polatlı'da olabileceğim seçenekler arasında en uygunu Kayseri geldi. Ona gidiş dönüş bileti aldım. Alırken yine biletçi kişizadenin tuhaf bakışlarına maruz kaldım. "Hmm... Günü birlik gezi. Allah allah..." "Ya sormayın" demek isterdim ona. "Gizli, çok gizli, top secret, ultra bir aşığım var. Onu ziyarete gidiyorum." Maalesef ufak çaplı bir araştırmamda gördüm ki, günü birlik, yalnız yapılan gezilerin pek çoğunun gizli sevgili için yapıldığına dair bir inanış var. 

Neyse efendim, gardan çıktıktan sonra eve geldim. Bir kaç sandviç yaptım, sabun, peçete gibi elzem eşyaları koca kol çantama yerleştirdim. Netbook'umu ve yedek hırka şal gibi şeyleri de çantanın içine tıkıştırdıktan sonra yolculuk saatini bekledim. Gece gece gara gittim. Sandviçlerden birini özellikle yumurtalı yaptım ki, tren zaten yumurta kokacak, bari bana kokmasın diye. Ama inanır mısınız tren bir boştu bir boştu, bir temizdi bir temizdi vallahi acıktığımda yumurtalı ekmeği yiyene kadar kırk takla attım. Adeta vagondaki az sayıda insanın hepsinin uyumasını bekledim desem yeridir. Zaten öyle hızlıca yutttum ki ekmeği, biri çıkıp "Öf ne bu yumurta kokusu!" dese ben de ona katılıp "Vay görgüsüzler!" diye laf savurabilirdim. O derece yediğim şeye yabancılaştım yani.

Genel olarak tren yolculuğu rahat geçti. Zaten yolun büyük bir bölümünde uyudum. Gözlerimi açtığımda Kayseri'ye varmamıza iki saat vardı. Yumurtalı ekmeği de o arada hüpletmişler zaten. (Artık kim yediyse, bilemicem.) 

Bu seferki gezi de oyun olsun istedim. Kendime bir hikaye uydurdum.
"Adım Zehra. Sınıf öğretmenliğinden mezun oldum. Atanamadım. İstanbul'da Yaşıyorum. Evet, Acıbadem'de. Geziyorum. Yeni evliyim. Kocam kaptan. Evlendikten iki hafta sonra sefere çıktı. Şimdi İtalya açıklarında olması gerek. Yoo hayır, gezmelerime karışmaz. Niye karışsın ki, kendisi o Japonya senin, bu Macaristan benim gezerken benim ondan neyim eksik? Evde onun dönüşünü mü bekleyim kukumav kuşu gibi. Annem'le babam ben çok küçükken ayrılmış. Babam İzmir'de yaşıyordu, Allah rahmet eylesin üç sene önce vefat etti. Onunla hep böyle tren gezilerine çıkardık. Şimdi o yok ben de yalnız geziyorum."

Ama allah kahretsin bir kere bile "sen necisin, adın ne" diyen olmadı. Hayır öyle emindim ki soracaklarına. Zira nereye gitsem sormuşlardı. Neyse olsun. Ben de artık bir iki müze gezdim, yemek yedim, çarşısında dolandım. Akşama doğru da kapağı masalı sandalyeli bir kitapçıya atıp trenin gelişini bekledim.

Dönüşte de artık nasıl uyuduysam az kalsın Polatlı'yı kaçırıp Eskişehir'e devam edecektim. Fakat ohh, pazar sabahı evime vardığımda mutluydum. Valla çakralarım açıldı ayol.