Sayfalar

25 Şubat 2012 Cumartesi

Kedi, Şehir ve Yollar

Çalıştığım okul merkeze çok yakın bir köyde. Servis falan yok. Bir öğretmen arkadaşın arabasına doluşup tıngır mıngır surların yanından geçerek köye varıyoruz. Her sabah koştur koştur beni alacakları yere gidiyorum. Çünkü her gece geç yatıyorum. Polatlı'dayken bir ara tavuklarla "sen mi önce yatacaksın ben mi?" yarışına girmiştim halbuki. Televizyon yüzünden tabiki. Herkese "tv mi, ben radyo dinliyorum yav" diye hava attığım günler geride kaldı resmen. Şimdi en fazla "feriha mı ben yalan dünya izliyorum" havası atabilirim. Huy mu değiştiriyorum nedir. Ben de baktım bu olacak gibi değil, gittim kendime küçük şirin, flash bellekten de müzik çalabilen bir radyo aldım. Eğer salona fazla uğramazsam tv'den de kaçabilirim. Virüs gibi yahu, sardı mı sarıyor.

Okul yolum kendimi bilgisayar oyunlarının içinde hissedecek kadar bozuk. Sürekli asfalttaki ufak ve büyük çaplı çukurlara girmemek için bir sağa bir sola kıvrılıyoruz. Bazen "Hugo üçe bas, ahh kaçırdın gene gitti bir can!" felan diyesim geliyor.

Öğleden sonraları genelde eve gidiyorum. Dedim ya huy değiştiriyorum diye, hemen yemek yeyip dinlenme moduna geçiyorum. Eğer keyfim yerindeyse eve yakın bir iki tane alışveriş merkezi var. Onlara gidiyorum. He, alışkanlık değiştirdim diyorum ama o kadar da değil. Hala uzun uzun mağaza gezmek yerine kitapçıya dalıp çıkamama huyum devam ediyor. Buna da şükür, valla bir ara alış veriş merkezlerini artık sevdiğimi fark edince "Acaba içime ne kaçtı?" diye kendimden iyice şüphelenme noktasına gelmiştim. Yav, bak kendime iyice yüklendim iyi mi. Halbuki gene gittim buranın kütüphanesine üye oldum, daha ne olsun. Mart'ın 15'i gelsin kısa Diyarbakır çevre gezilerine de başlarım hem. Ama ilk önce kendime ucuz mucuz da olsa bir fotoğraf makinesi almam gerek. Geziyorum falan iyi de blogta yayınlayacak şifa niyetine bir resim bile olmuyor elimde. 

Üçü insan, biri hayvan olmak üzere evde dört kişiyiz. Ben de, hayvan diye bahsettiğim kedi de evdeki diğer iki insanla iyi anlaşıyor. Bizse pek birbirimizden hazzetmiyoruz. O nefretini benim odama iki kere kakasını yapmakla ben de ona "KEDİ!!!..." çığlıklı hitaplarımla gösteriyorum. Aslında arkadaş sokaktan bulup evimize getirdiğinde severim ben bu "Paşa"yı demiştim. Ta ki sessizce salondan çıkıp odama kakasını yapana dek. Hoş artık kedi kumuna alışmış, veterinere götürülüp bakımı, aşıları yapılmış temiz bir kedi olsa da kendini sevdirmek için benim yanıma geldiği pek söylenemez.
***
Efendim, karman çorman bir Diyarbakır yazısıyla karşınızdaydım, esen kalın dostlar...

Not: AZC plaza'daki Best Cafe ne güzel yermiş öyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum alın, yorum yapın. Bloglara can verin.