Sayfalar

11 Ekim 2013 Cuma

"Uçağı sevmiyorum" Densizliğim

Meğer ben "Neden doksan aldım allahım, neden yüz değil, neden neden neden!" diye şımarıkça üzülen öğrenci gibiymişim de haberim yokmuş. Hani şu millete hava atarcasına höykürerek ağlayıp kaşla göz arasında da milleti kesen cinsten.

Konu şu benim "Uçağı sevmiyorum." meselesi. Ne zaman biriyle biraz samimileşsem hep  "Aslında ben trenciyim biliyon mu, ama burda ne yapcan, allah seni inandırsın, kredi kartı ekstrelerim uçak bileti taksitleriyle dolu." şeklinde konuşuyorum. Ondan sonra gelsin zılgıt gibi bakışlar, alaycı tavırlar...

Lan ben manyağım he. Harbi bak. Bırak içinde kalsın uçak sevgisizliğin değil mi? Ama yo olur mu? İlla yaşlı nenelerin kimi bulsa "böğürlerim ağrıyor" faslı gibi anlatıp duracağım. Vay efendim Diyarbakır'a hızlı tren gelseymiş, uçağın yüzüne bile bakmazmışım, neler yaparmışım neler. 

Bugün biri yeter diye haykırdı sonunda. "Sana sinir oluyorum, bir sürü uçak biletini ucuz ucuz almışsın, bi de konuşuyorsun!" diye. Tam ıslak odunluğum  he. Dövün beni, valla.

Ne deyim, allah beni ıslah etsin!

Not: "Kendine sayıştırmışsın ama pehh, hala o yüz alamayan öğrenci şımarıklığı." diye düşünüyorsanız , ıslak odun kapınıza kadar kargoyla gönderilir. 

6 Ekim 2013 Pazar

Gezgin Alman Diyarbakır'da

Geçen hafta Diyarbakır'daki sakin hayatmızın tam ortasına bir "Alman" düştü. Ve olanlar oldu. Ondan sonra dibimize pandoranın kutusunu fırlatılmış gibi duygularımızın esiri olmaya başladık. Ta ki bu alman hayatımızdan geri çıkana kadar. 

* * *

Aa, bakmayın şimdi "Şişştt, kitap gibi kız ne oluyor öyle" diye. Ben sadece gözlemciyim. (Külahıma anlat.) 

* * *

Cuma günü işten çıktıktan sonra Diyarbakır'daki kemik kadrom olan iki arkadaşımla bir cafe'de buluşmaya gittim. Bi baktım bunların yanlarında kemiklerden birinin doktor ev arkadaşı ve bu doktorun da iki doktor arkadaşı daha. Ordan burdan konuşup tanışma fasıllarını bitirdikten sonra bir gün önce gezgin bir almanla tanıştıklarını anlatmaya başladılar. Bu fazla iri, sarışın ve milletimize göre yaşından çok küçük gösteren alman kardeşimiz bir buçuk senedir doğu avrupada dolanıp çello'suyla karnını doyuruyormuş. Ondan sonra, gezisine İran'da devam etmeye karar vermiş. Çünkü, İran'da müzik öğretenlere çok para veriyorlarmış (Evet, aynen ifadesi buydu!) Türkiye üzerinden İran'a geçecekmiş. Tabiki otostopla. Haliyle yolu geçen hafta da Diyarbakır'a düşmüş. Kocaman kara köpeğiyle dolmuştaki insanların hışmına uğrarken bu oğlanlardan biri kurtarmış onu. Almış evine getirmiş, misafir ediyorlarmış. Adı Wolfgang.

Oğlanın Türkiye'deki en favori yemeği lahmancunmuş. Bizim doktor bebeler oğlana jest yapıp kalabalık bir yemekle lahmacun yedirmek istiyorlarmış. Biz de gelmek istermiymişiz? "Tabi ayol, kaçırır mıyız?" dedik ve bir et lokantasına kuruluverdik. Neden sonra geldi Wolfgang. Köpeği arabadaymış. Maşşallah, hapur hupur götürdü lahmacunları. He bir de milletten otlandığı sigaraları. (Ki bu gün boyu ve ertesi günden devam edecekti.)

Neyse ordan çıktık, "Sülüklü Han"a götürdük bebeyi. Maksadımız oranın tarihi havası eşliğinde o kocaman yaylısını çaldırmak. Bu arada tek başına çello hiç de güzel değilmiş. Anlamış bulundum. (Tamam saldırmayın sanat severler!)

Ertesi günse bizim kemiklerden birinin evine "Türk Kahvesi" içmeye geldi. Yemek yedi. Muhabbet felan. Sonra İran'a gitmek üzere, kalktı gitti. Tabi şu tanıştığı doktor kadro eşliğinde.

* * *

Buraya kadar okuduysanız, "Ee, nerede şu vaad ettiğin pandora kutusu?" derseniz bekleyin az kaldı oraya da geleceğim.

* * *

Bizimkiler oğlandan o kadar çok hoşlandılar ki dibinden ayrılmadılar. Sanırsın elin almanı, aslında çamurlara düşmüş bir prens. Çocuk ne anlatsa "ooo! wavvv! oha! vay anasını! süper!" Ulan diyorum, flört etseniz ne olacak, bebe yarın akşam yok. Attaa, arkasından göz yaşlarıyla el sallarsınız artık. 

Peki doktorlara ne demeli. Bizimkiler çocuğun üstüne düşüp konuşmaya çalıştıkça "İlk önce biz bulduk parsayı siz topluyorsunuz." edasıyla kenarda somurtup duruyorlar. Utanmasalar oğlanı çekiştirip parçalayacaklar. (O bu sürtüşmenin farkında mıydı acaba?)

Wolfgang'ın bir de kara kocaman köpeği var demiştim ya hah, onu kahve içmeye gelirken yanında getirdi. Ve benim şalterlerim orada attı. Köpekten korkarım ben yahu. Bi de aksi gibi arkadaşın annesi de eve misafirliğe gelmişti. O köpekle değmeyin curcunaya. Kadın valla hiç çekinmeden oğlanın suratına "Iyyyk!" yaptı. Üstüne bir de oğlanın anlamayacağını bile bile oracıkta azarlayıverdi. Neyse ki daha büyük bir fırtına kopmadan erken gitti teyze. 

Anlayacağınız Diyarbakır apartmanlarında avaz avaz havlayan canavar bir köpeğimiz eksikti. Komşular şikayet etmediyse kadirşinaslıklarındandır yeminle. Zira hav havlardan hariç bir de biz korkak kızların çığlıkları vardı ki rezalet. Ee, ortalıkta üstüne üstüne gelen bir kara köpek. Ay karabasan gibi resmen.

Bu arada bizimkiler böyle ayılıp bayılıyorlar çocuğa ya bebe resmen otlakçı. Sosyal içiciyim diyor ya ala ala bizimkilerin kaç paketini bitirdi. Çocuğun ağzını doğru düzgün boş görmedim ki. Habire ondan bi dal, bundan bi dal. Lan anasını satayım, bu kadar çok içiyorsun madem, adam gibi söyleseydin de bi karton alaydık hayrına. Sosyal içiciymiş, laf!

* * *

Uff, yazıyı okudum da ne yüklenmişim bebeye yav. Ama sebeplerim var yani.

1- Bizimkiler bu kadar kendini kaybetmeyecekti.

2- O bilmem kaç sene tıp okuyup da üstüne asistanlığını yapmakta olan doktorlar böyle küskün çocuklar gibi etrafta gezmeyeceklerdi. (Hayır madem kıskanıyorsunuz, tanıştırmayacaktın.)

3- O köpeği eve almayacaklardı. İnanır mısınız, hala evdeki köpek kıllarını temizlemeye çalışıyorlar.

4- O bebe "Sosyal içiciyim." safsatasıyla ortada dolanmayacaktı.

* * *

Yahu aslında bunlar da değil be. Sinir oldum çünkü,

o geziyor. BEN DEĞİL!