Sayfalar

29 Mayıs 2011 Pazar

Bazen "Hiç bir şey beklenilmeyen" İnsan Olmak da Güzel

Kimi insana bir işi başaramadığını söylediğinizde hemen çalışıp ne kadar becerikli ve çalışkan olduğunu ispat etmeye çalışır. Aklı sıra karşısındakine ders verecektir. Bendeyse- bana böyle bir şey dendiğinde- içime kocaman bir rahatlama gelir. "Oh ne güzel benden umudu kesmişler. Şimdi kendi istediğimi rahat rahat yerine getirebilir, kimseye de hesap vermek zorunda kalmam." diye düşünürüm.

..............

Geçenlerde annemle telefonda konuşuyoruz bana "Kızım Ankara'ya gelince kendine daimi bir iş bul. Senin atanman bir seneyi geçer gibi." dedi. O zaman anladım ki annem KPSS'ye hazırlanmam konusunda da çoktan benden umudu kesmiş durumda. Gerçi bu görüşüne okul öncesine başladığımdan beri "Oo burası çok güzel, hiç ders çalışmak zorunda değilim." gibi söylemlerimin de katkısı olmuş olabilir, bilemiyorum. Ama sonuçta umudu kesmiş. Asıl önemli olan da bu.

Doğrusu annem benden büyük bir fiyaskoyla Hacettepe-Matematik bölümünü bırakıp Marmara Üniversitesine gittiğimden beridir umudu kesmiş durumda ve belki de bu yüzden ne zaman benden beklemedik güzel bir şey  çıksa benimle gururlanır, beni över durur. (Blogmu insanlar beğendiği ya da bir yazarın anlık yazdığım paragrafı beğendiğini söylediğimde, başka bir şehre gidip başıma bir iş gelmeden bir sürü şey öğrenmiş olarak geri döndüğümde, okuldaki konferansta görev aldığımda vs.) Zira benden bunları ne beklemiş ne talep etmiştir ama ben kendime göre bir şeyler yapmayı becerebilmişimdir işte. Şimdi üstüne bir de bana böyle dediği halde atanırsam görmeyin annemin keyfini. "Ben bu kıza böyle böyle demiştim ama nasıl da utandı beni" diye etrafta kurumlanıp durur. Buna rağmen öğretmen olamazsam kendini üzmez de.

Ne güzel bir şey değil mi bu. Darısı tüm ailesi tarafından beklentilere cevap vermek zorunda bırakılan kişilere.

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Mezuniyet Düğünü

Balo hazırlığından sonraki devam yazısı.

Giyinmiş süslenmiş bir vaziyette yurdun önünde arkadaşlarımın beni almasını beklerken aklıma otellerde yapılan düğünlere kıl olduğum geliverdi. Dedim ki "Ben de kitap gibi kız'sam o tuhaf masa düzenlerini sabote ederim!" Biliyorsunuzdur, on kişilik yuvarlak şık masalarının ortasına kocaman abartılı bir vazo koyuyorlar. Masa süsüymüş haspam. Allahım yarabbim kimse onun yüzünden karşıdakini göremiyor ki. O halde benim ilk sabotajım bu vazoları cebren ve hileyle kaldırmak olmalıydı. (Gerçi baloda oynamaktan başka da bir sabotaj yapamadım.)

Neyse arkadaşlarım geldi otele doğru yollandık. Ben "Ayy yarım saat önce geldik. Şu işe bak meraklı gibi görüneceğiz." derken bir baktık ki bir yirmi kişi daha önceden gelmiş bile. Halbuki endişelenmeye ne gerek var, meraklı olacağız herhalde. Mezun oluyoruz boru mu?

................

Neyse efendim şimdi balo izlenimlerimize başlasak iyi olacak artık. Oyalamayalım, herkesin işi gücü var, değil mi ama.

- Bir kere bence bu "balo" adı kadar gereksiz bir şey yok. Zira Ne bileyim mezuniyet partisi ya da dur dur buldum mezuniyet düğünü desek çok daha iyi olur. Zira bir kaç serdar ortaç şarkısı hariç bildiğin Ankara havaları, halay, horon çalıp durdu. Yahu hiç bir düğünde bu kadar çok oynadığımı hatırlamıyorum. (Apaçi müziği hariç tabi. Biraz onamaya çalıştım ama o garip tuhaf figürleri yapmaya içim el vermedi. demek ki kendimi o kadar da çok kaybetmemişim.)

- Kıyafetler de düğün ismine yakışır cinstendi zaten. Herkes abiye seçimi konusunda bildiğin son noktayı koymuş. Ortama bir girdim "Oha gene aykırı koyun ben olmuşum." dedim. Kıyafeti pantolon olan tek bendim. Hoş zaten böyle olacağını bilsem bile abiye giymezdim herhalde. Kardeşim oynamaya gitmişiz oraya, rahat olmalı insan değil mi? (Aslında yalan olmasın bir tane daha pantolonlu vardı ama onu saymadım çünkü bol şifondan abiye pantolonlardandı onunkisi de.)

- Rahat demişken o kadar süslü insanı görünce insan etraftakilerin üniversiteli olduğunu unutuyor. Ta ki her bir yere atılmış topuklu ayakkabıları görene dek. Millet okula babetleri spor ayakkabıları giyerek gelmekten yüksek ökçelere alışkın değil tabi. Onlar da benim gibi atmışlar bir kenara ayakkabıları, oynuyorlar deli gibi.

- Tabi topuklu ayakkabıyı bir kenara atmak rahat ama teklikeli de. Zira o kalabalıkta ayağına basmaları işten bile değil. Neyse ki öyle bir kazaya kurban gitmedik.

- Ah bu arada masa sabotajını da tabiki gerçekleştirdik. O meynenetsiz kocaman vazoyu aldık, garsonların itirazları eşliğinde, kenara bıraktık. Oh be dünya varmış. Manzaramız güzelleşti yeminle. (İlerleyen saatlerde, oymaktan çevreye bakmaya fırsat bulduğumda, gördüm ki diğer masalarda tek tek vazoları indirmiş.)

- Mezuniyet balosu içkisizdi. Fakat gözümden ve burnumdan da kaçmadı değil. Bazıları gizlice kolalarına karıştırttıkları votkaları fazla kaçırmışlar. Zira o çılgın apaçi dansı ancak alkolün etkisiyle oynanabilir. (Bence!)

- Bu arada zıplamaktan depremi hissetmedik. (Haliyle)

- Kısacası mezuniyet balosu pardon düğünü güzel şey be!

Not: Dün o balodan kalma yorgunlukla ben bir de okuldaki manga konserine gittim. Ve konser hakkında tek bir şey yazacağım. Onu da okul önceciler anlayacak. Kusura bakmayın. "PMA A5 K4" başarıyla gerçekleşti.

19 Mayıs 2011 Perşembe

Galiba Bu Sefer Gerçekten Mezun Oluyorum

Bu akşam mezuniyet balom var. Ama heyecan felcine mi uğradım nedir ben de tık yok. Öyle beş karış suratla ortalıkta geziyor, sallana sallana bu yazıyı yazıyorum. Düşünsenize yirmi beş buçuk yaşındayım. (yirmi altı değil!) Yarım bıraktığım Hacettepe matematikle birlikte, dokuz yıldır üniversite okuyorum. Biraz olsun heyecanlan, değil mi, ama yok olmuyor. N'apayım ben de dedim ki "Madem heyecanlanamıyorum bari bir şeyler yazayım vakit geçsin."

....................

Şimdi size günlerdir hummalı bir hazırlığa girdim, eteğimin pilesi için bile ne çok terzi gezdim, ne makyaj malzemelerine burun kıvırdım demek isterdim ya bunların hiç birini yapmadım. Hatta en kısa sürede yapılan hazırlıkta takım elbisesini çekip gelmiş bir erkekle bile yarışır, üstüne birinci, yok abartmayım, üçüncü bile olurum. Ayakkabı ve eşarbı ikinci dükkanda çantayıysa ilk dükkanda şıp diye buldum. Hatta bayıldım hepsine. Ama ben giyeceklerim arasında en çok topuklu ayakkabılarımı sevdim. Tabi bunu benim spor ayakkabısıyla lap lap yürümeye alışkın ayaklarım için pek söyleyemeceğim. Zira çoktan hayatından bezdi bile. Dün gece yurtta biraz yürüme talimi yapayım dedim ya zor arkadaş. Daha sendelememeyi bile beceremiyorum. Bir de ben tutmuş "Ankara havası çalarlarsa oynarım arkadaş." diye ahkam kesiyorum millete. Pehh! Adama hiç demezler mi "Sen ilk önce düzgün yürümeyi öğren de oynaması kalsın." diye. (Durun durun, en iyisi şu yazıyı bitireyim de gidip biraz daha talim yapayım.)

Neyse efendim yazmaya doyum olmuyor ama akşam saat yedi de balonun yapıldığı otelde olmam gerekiyor. Malum artık kalkıp giyimsem hiç fena olmaz. Zaten yurttaki peri memurdan kesin talimat var. Geceyarısı arabam balkabağına dönüşmeden yurtta olmam gerekiyormuş. Gerçi bizim bal kabağımız uyarı cezası şeklinde kendini belli ediyor ya neyse.

Not: Buradan- kitapların şekline kim karar veriyorsa artık- onlara sesleniyorum. Abiye çantaların içine sığabilecek ince uzun kitaplar çıkarın kardeşim. Aaa! olmuyor ama! Okumasam bile yanıma kitap almayınca kendimi çıplak hissediyorum yahu.

10 Mayıs 2011 Salı

Mini minnacık şeyler işte

- İki günde toplam üç tane tiyatro izledim. Neden çünkü bedava şeyleri severim, neden çünkü 27. genç günler başladı, neden çünkü tiyatro izlemek iyi kafa yapıyor, neden çünkü tam öğrenci işi.

Böyle böyle "neden çünkü" leri uzatabilirim ama sıkılırsınız o yüzden kalsın.

- Bazen diyorum ki acaba bu blogun adını "dün yolda giderken komik bir şey oldu" falan mı koysam? Ne zaman dışarı çıksam komik şeylerle karşılaşıyorum. Daha geçen gün dolmuştaki kokulu çingene nine, kokulu torununa sinirlenip bastonla vurdu, daha doğrusu vurmaya çalışırken ıskaladı. Baston bana değdi. Kokudan beynim de uyuştuğundan ağzımı açıp kızamadım bile.

- 19 Mayıs'ta mezuniyet balom, temmuz sonunda ise kuzenimin düğünü var. Ben de mezuniyette giydiğim giysinin aynısını düğünde de giymeyi planlıyorum. Valla o günlerde çekindiğim fotoğraflardan birinden birisini facebook'a koymazsak bal gibi de kotarırım bunu. Zira nefret ediyorum alışverişe çıkmaktan, sıcakta vıcık mağazalara girip çıkmaktan.

- Tabi alışverişsiz de olmuyor ama değil mi? Ama bunun da yolunu bulduk efendim. Hafta içi sabah geziyorsun. Hem insan az, hem hava daha serin.

- Vay anasını bu sefer kısa kısa serisinin bu yazısı da çok kısa oldu! 

1 Mayıs 2011 Pazar

Yalancı Rivayetçiler

Uykucu kız beni mimlemiş. Konusuysa blog açma hikayemiz.

Aslında doğrudan hikayemi anlatmak isterdim size ama bir kaç tane rivayetçi ille de biz anlatacağız diye tutturdular. Aman ne yapayım, siz de kusura bakmayın, ilk önce onları dinleyin bari. 


Birinci rivayet: Sıcak çok sıcak bir yaz gecesiydi. Daha henüz "Kitap Gibi Kız" nickini almamış olan bu kız kara kara düşünmekteydi. Yaş gelmiş bilmem kaça, etraftaki tüm kızlar evleniyor. Bizimkiyse anca kitap okusun, başkalarının düğünlerine gelen misafirlerle ilgilensin, sıkıntıdan şişsin. Tabi her balonun bir esneme sınırı olduğu gibi kitap gibi kızın da sabrının bir sınırı vardı ve şişti şişti sonunda patladı. Patlarken de bari etinden sütünden yararlanayım deyip bu blogu açtı. 


İkinci rivayet: Ey cemaati müslimin sakın ola şu yukarıda anlatılan saçmalıklara itibar etmeyiniz. Kitap gibi kız çok rabıtalı, kendi halinde, hanim hanımcık bir kızceyizdir. Blog açmasının tek sebebiyse Dr jeykıl Mr. Hide gibi ruhunun iyiliyle kötülüğünü ayırmak içindur ki bu da elinde patlamış, kötü taraf onu ele geçirmiştir. Şu anda blogun ona emrettiklerini yapmakla meşguldür. Bu durumundan da çok muzdarip olduğundan kendini "Liberal, biraz kilolu(!), kapalı, fazla kitap okuyup her konuda kimseyi sıkmadan(!) ahkam kesen, bir de çok güzel bamya yiyen pardon pişiren biri" olarak tarif edip onu bu kötü ruhtan çekip kurtaracak pek rabıtalı bir eş aramaktadır.

Üçüncü rivayet: Ulan bu yukarıdaki rivayetçiler ne şerefsiz ne ahlaksız insanlarmış be! Kızın adını çıkaracaklar şerefsizim. Kız buraya içini dökmek, rahatlamak, dalga geçmek için gelmiş. Bunlar da yok düğünmüş, kocaymış, kötü ruh ele geçirmiş, bilmemneymiş konuşup duruyorlar. Hele şu ikinci rivayetciye ne demeli. Pislik herif utanmadan kıza bir de şişko demiş. Balık etli diyeceksin anladın mı? Anan sana eğitim vermemdi mi, ha! Ayrıca sen eğil de kendi göbek yağlarına bak be! 

Dördüncü rivayet: Tüü ireziller, edepsiz kepazeler. Siz de hiç mi utanma arlanma yok, kulakları ayaklarında çıkasice, mendeburlar sizi. Bir kere bu kitap gibi kızceğizim beni çok sever, hiç sözümden dışarı çıkmaz. Geldi geçenlerde bu yanıma. Ağlaya ağlaya "Hasibe teyzeciğim, çok mutsuzum. Kimse dinlemiyor beni." diye anlattı bana. Ben de "Oy kaşına gözüne gurban olduğum gızım. Onca okuduğun gitaplar boşa mı gitsin. Aç bir blog neyin. Yaz yaz da içi dök ferahla biraz." dedim. Gözünün çapağını yidiğim gızım beni hiç kırar mı? Açtı bir blog. Ooohh rahatlayıverdi gızceğiz.

Üçüncü rivayet: Ulan kim soktu bu hasibe karısını be! Karının attığı yalanlardan yol yapsan aya gider, şerefsizim.

Dördüncü rivayet: Bana bak üçüncü müsün nesin? Yalancı diye senin üküz babana dirler. Arlanmaz utanmaz seni!

İkinci rivayet: Ey cemaati müslümün yapmayın etmeyin. Kavga, küfür günahtır! Kitap gibi kız koca için burdadır. 
.......
...........
..........
...........
.........

Kitap Gibi Kız: Valla kavga bu şekilde devam etti, gitti. Ben ayıramadım onları. Zaten ne de meraklılarmış benim blog açma hikayemi anlatmaya. Neyse en iyisi ben anlatayım da daha fazla kafanız karışmasın.

Yaz düğünleri benim korkulu rüyamdır. Daha doğrusu yakın akraba düğünleri. İnsanın tatil olarak bir yazı var zaten. Onu da evde pinekleyerek, kitap okuyarak, sokaklarda avare avare dolaşarak gezmek istiyor. Ee, düğün zamanı bunların hiç birini yapamıyorsun.
Gördüğünüz gibi rahatını düşünen kocaman bir bencilim. Haliyle sıkıntıdan içimi dökmek için çeşitli arayışlara girdiğimde aklıma blog açma fikri geldi. İyi ki de geldi.