İki kere kolum kırıldı. Hem de tam aynı yerden.
Birincisinde daha okula gitmiyordum. Aklımda ne ağrısı var ne de kolumu bu hale nasıl getirebildiğim. Hatırladığım şeylerse etrafında beyaz dumanlar tüten, puslu cam arkasından görünen anılar sadece. Hansel ve gratel masalındaki şeker evin tahta versiyonu bir barakaya götürüldüğümü hatırlıyorum. İçinde de kırış kırış, çökük yüzünde neredeyse hiç diş kalmamış, kalanlarsa renk bakımından civcivlerle yarışacak cinste bir yaşlı kadın. Gülerken tıpkı söylediğim masaldaki gibi sesler çıkarıyordu. Çok korkmuş ama beni o sınıkçı karıya götüren yaşlı teyzeden dolayı gıkımı çıkaramadığımı anımsıyorum. Cadı kadın kah kah gülerken koluma içinde dünyanın en iğrenç kokan patlıcan, bamya karışımı sebze yemeğinin yayıldığı bir kumaş parçasını koluma sarmıştı. Kumaş sertleşsin diye de yumurtaya bulamıştı. Bileğimden dirseğime kadar iğrenç yemekli ve kurumuş yumurtalı sem sert bir kumaşla gezmiştim kaç gün. Kolum iyileştiği zaman annem lavabonun altında saatlerce ıslatarak artık çürümüş olan o sebzeli kumaşı çıkarmıştı. uzvum iyiydi iyi olmasına ya, etraftaki pis koku fena halde sinir bozucuydu.
İkincisinde akıllanmıştım artık. Boru mu bu, bugüne bugün üçüncü sınıf öğrencisiydim ve çoktan öğretmenlerimden sınıkçıların ne düzenbaz ne şarlatan olduğunu öğrenmiş, doktorlardan başka kimseye gitmemem gerektiğini iyice bellemiştim(!) Tabi kolum kırıldığında kimse bana "Kızım doktora mı, sınıkçıya mı?" diye sorma gereği duymadı. Babaannem beni tutup doğruca yürüye yürüye uzak dereboyu mahallelerinden birine götürdü. Amanın, bu seferki aksi mi aksi yaşlı adamın tekiydi. Kolumu şöyle bir ovalamaya başladı. Ben durur muyum, bastım çığlığı. Adam bir sinirlendi. Kolumu pis bir bez parçasıymışcasına fırlatıp "Eeehh! Ben yapmam bunun kolunu, kime gidiyorsanız ona gidin." dedi. Ha ha ha hah! İşte zafer! Tabi bunu daha babaannem anlayamadığı için benim zafer sarhoşluğuyla kaçmam gerekti. Evden hızla çıkıp, koşa koşa uzaklaşmaya başladım. Babaannem bir yandan bana yetişmeye çalışıyor, bir yandan da "Gel orası evin yolu değil, korkma geri götürmeyeceğim seni." diyordu. Epey bir kovalamaca yaşadık. Ben en sonunda ikna oldum olmasına ya yoldan o kadar sapmışız ki geri dönüp eve gidene kadar ayaklarımıza kara sular inmişti. Benim kırık kolumun ağrısıysa cabası.
Neyse sonunda bir devlet hastanesine gittik. Sanki ora da pek matah bir yermiş gibi bozuk olan röntgen makinesinin tamirini tam bir hafta bekledik! En sonunda alçımı yaptıklarında kolum kaynamaya başlamıştı bile. Allahtan, eğri kaynamadı.
İkincisinde akıllanmıştım artık. Boru mu bu, bugüne bugün üçüncü sınıf öğrencisiydim ve çoktan öğretmenlerimden sınıkçıların ne düzenbaz ne şarlatan olduğunu öğrenmiş, doktorlardan başka kimseye gitmemem gerektiğini iyice bellemiştim(!) Tabi kolum kırıldığında kimse bana "Kızım doktora mı, sınıkçıya mı?" diye sorma gereği duymadı. Babaannem beni tutup doğruca yürüye yürüye uzak dereboyu mahallelerinden birine götürdü. Amanın, bu seferki aksi mi aksi yaşlı adamın tekiydi. Kolumu şöyle bir ovalamaya başladı. Ben durur muyum, bastım çığlığı. Adam bir sinirlendi. Kolumu pis bir bez parçasıymışcasına fırlatıp "Eeehh! Ben yapmam bunun kolunu, kime gidiyorsanız ona gidin." dedi. Ha ha ha hah! İşte zafer! Tabi bunu daha babaannem anlayamadığı için benim zafer sarhoşluğuyla kaçmam gerekti. Evden hızla çıkıp, koşa koşa uzaklaşmaya başladım. Babaannem bir yandan bana yetişmeye çalışıyor, bir yandan da "Gel orası evin yolu değil, korkma geri götürmeyeceğim seni." diyordu. Epey bir kovalamaca yaşadık. Ben en sonunda ikna oldum olmasına ya yoldan o kadar sapmışız ki geri dönüp eve gidene kadar ayaklarımıza kara sular inmişti. Benim kırık kolumun ağrısıysa cabası.
Neyse sonunda bir devlet hastanesine gittik. Sanki ora da pek matah bir yermiş gibi bozuk olan röntgen makinesinin tamirini tam bir hafta bekledik! En sonunda alçımı yaptıklarında kolum kaynamaya başlamıştı bile. Allahtan, eğri kaynamadı.
:)) yazik sana yaa
YanıtlaSil