Sayfalar

12 Kasım 2010 Cuma

Safranbolu'nda Kendini Gezgin Sanan İki Kardeş


Erkek kardeşimle kız kardeşimin düğünü sonrası en sonunda birlikte ilk gezimizi yapmıştık. Düğünden hemen sonra cuma, cumartesi günlerini Safranbolu'da geçirdik.

...............

Düğün bitip bir iki gün sonra misafirler de gittikten sonra bizde bir karıncalanmadır başladı. Bu bünyeler gezmeden, gezgin olmadan bu kaşıntının geçeceği yok. Hemen nereye gidebileceğimizi tartışmaya başladık. Para sınırlı, söyle kısa ama dolu dolu geçecek bir gezi olmalı diye düşünürken imdada sevgili arkadaşım yetişti de (bir selam çakalım) bizi safranboluyu çıtlatıverdi. Safranbolu... hmm, herkes oraya gittiğinden bahsederdi de biz bir türlü gidememiştik.

Hazırlıkları bir iki günde tamamlayıp yola çıktık. Annem çok komik kadın "Sakın oralarda kendinizi turist olarak göstermeyin." diyor. Kardeşim ondan daha komik "Anne orası zaten turist kaynıyor, nasıl göstermeyelim. Ayrıca biz turist değil gezginiz."
Bu gezgin lafı da "Orhan Kural"'ın gezginin el kitabını okuduktan sonra dilimize yapıştı. Gezi boyunca gezginin 16 raconunu değiştirip değiştirip durduk.

Yalnız yolculuk pek de iyi başlamadı. Karabük'e varmamıza yakın ileride bir otomobil yanıyordu. Yarım saat itfaiyenin gelip arabayı söndürmesini bekledik. Zaten bu gibi durumlarda ortamı az çok tahmin edersiniz. Mutlaka birileri aşağıya inip sigara yakar, izmariti tarlaya atıverir. Sonra bir anda her taraftan birileri telefona sarılıp yakınlarına son dakika gelişmelerini haber verir. Ardından da her yerden yavaş yavaş telefon zilleri duyulmaya başlar. Anlaşılan duyanlar duymayanlara haber vermiş, onlarda kaynağına danışmaya karar vermişler. Her arayana aynı bilgi verilir artık ya asıl o fenadır. Dinleye dinleye kafanız şişer. Bir iki kendini akıllı sanan yanan arabayı kameraya almaya çalışır. Sonra araba söner, yanından geçerken "Oh, içinde kimse yok denilir. Bir iki sivri zekaysa arabanın markasını anlamaya çalışır. Yola devam edilirkense kaza çoktan gündem dışına çıkmıştır bile. İnsanoğlu işte. (Bu anlattıklarımın bazılarını biz de yaptık aslında.)

Safranbolu'ya girdiğimizde üzerimizde gereksiz bir polyanna'lık vardı sanki, nereye baksak sırıtmaktan kendimizi alamıyorduk. Ama bir zaman sonra kafamız dank etti. "Burada nereleri gezilecektik yav."

Kime sorsak, kime kime, hah! Duraktaki kıza. Yahu ne denir ki şimdi. "Şu eski evler tam olarak nerede müze falan."
Kız alışkanlığın verdiği bıkkınlıkla hemen derdimizi anlayıp bize "Eski çarşı mı, fotoğraf çeke çeke gidecekseniz yürüyerek şu yoldan, dolmuşa binmek isterseniz şuradan." diye hemencecik tarif etti. ve biz ara yollardan yürüye yürüye eski çarşıya vardık.

...........

Kısa kısa safranbolu izlenimlerine geçersek;

- Eski çarşıya inerken ara yolların birinde bir tavuk gördük. daha doğrusu kardeşim gördü de "Abla bak şu tavuk ölmüş, diğerleri de hiç iplemiyor" dedi.
Tavuk ölü gibi boynunu uzatmış, kanatlarını yere sermiş, başı yana kayık öylece yatıyordu ki birden kalkıp yemlemeye başlamaz mı? meğer sıcaktan mayışıyorlarmış.

- Herhangi biriyle bir dialoğa girdin mi hemen safranbolunun yerlisinin ne kadar cimri, ne kadar hain olduğundan bahsedip duruyorlar. Garip! Fakat kimdir bu yerliler, neden ortaya çıkıp hakkını korumazlar, yoksa yerliler gitti de sadece adları mı kaldı, anlayan beri gelsin.

- Safranbolu'da "buradan daha ucuz bir lokanta" bulamazsınız diyenlere sakın inanmayın. Aklı sıra müşteri avlayacaklar.

- Komik olan bir şeyse en pahalı çayın 1 tl en ucuz çayınsa 50 krş olması. Allahım istanbulda 1 tl ye çay bul öp başına koy. Bir de hafta içi çok müşteri yok diye çay yapmıyor çoğu küçük cafe. Bazılarıysa çay isteyene çay ocağından getittirip, 50krş'a gelen çaya aracı vazifesini üstlenip müşteriye 1 tl'ye satıyor. (Bakınız "Riceeeep!" diye bağıran cafe'ci kadın.)

- Oteller müşteri kapmaya çalışıyorlar resmen. Odalarını, konaklarını gezdirip kartvizit veriyor, indirim yapacaklarını vaad ediyorlar. Hoş biz de bu konudan pek muzdarip değildik. Sonuçta o kadar yoruluyorsun ki, içeride bir su içip soluklanmak iyi oluyor.

.........

Safranbolu'yu bu kadar anlattım işte. Gerisini gidip siz görün. Muazzam bir yer. İnsanın gözü gönlü, ciğerleri açılıyor. Ve gittiğinizde sakın Bulak-Mencilis Mağarasına gitmeyi unutmayın. Türkiye'nin, yanlış hatırlamıyorsam, dördüncü büyük mağarası. Yalnız üşümeyi göze alın. İçerisi yaz kış on beş derece.

6 yorum:

  1. Azıcık da olsa bildiğim yeri başkasından dinlemek de farklı zevkli oluyormuş yahu. Çok güzel anlatmışsın gerçekten :)
    Artık bayacak bu 'N'olur geeel' muhabbeti; ama:
    N'olur geeel xD xD
    Gelsen nereyi gezeceksin bilmiyorum gerçi, her bi yeri gezmişsin :) Neyse olsun :) Başka şehirlerde görüşmek üzere :)

    YanıtlaSil
  2. rengarenk... bu müsriflikle para biriktirmeyş becerebilirsem hakikaten tekrar geleceğim safranbolu'ya. hem tam olarak her yerini gezmedim daha :)

    YanıtlaSil
  3. Çok güzeldi Safranbolu. Gerçi ben seneleer önce gitmiştim, şimdi daha da özenli bakılıyor olsa gerek :)

    YanıtlaSil
  4. francesca mckennitt... ya hakikaten de çok güzel. orada yaşamak istiyor insan resmen.

    YanıtlaSil
  5. Söyliceklerim yazıyla ilgili değil
    101. Suç ortağımsın
    bu yüzden bende yerin ayrı .d
    Aramıza hoşgeldin :)

    YanıtlaSil
  6. A'normal... eyvallah ne diyeyim sağol.

    YanıtlaSil

Yorum alın, yorum yapın. Bloglara can verin.