Sayfalar

18 Eylül 2010 Cumartesi

Kısa Kısa... 2

- Yok kardeşim düz yazılar, denemeler yazarken ne kadar insanla konuşursam konuşayım rahatsız olmuyorum da öykü'nün ilk taslağını yazarken felaket sinir oluyorum. Tamam bu gibi durumlarda cep telefonumu kapatabiliyorum ama o anda çalan kapı, ev telefonunun sesi, "annemin ne çok yazıyorsun, iyice yazar oldun." diye odaya gelmesi, babaannemin bakkala gitmemi buyuran lafları, kardeşimin canının sıkıldığında odaya gelip "abla n'apıyorsun" demesi, hepsi hepsi dikkatimi dağıtıp aklımdakilerin uçmasına neden oluyor.
Zaten yazdığım öyküler bir b.ka benzmiyor. Böyle de olunca iyice fıttırıyorum. Ama bu sefer fena hırs yaptım. inatla yazıp, düzeltip bitireceğim. Neyse bakalım bu seferki nasıl olacak. Bitirince burada yayınlayayım diyorum.

- Tren manyağı bir kız olmam yetmiyormuş gibi vangölü, güney ve doğu expreslerine takmış vaziyetteyim. O trenlerde herkese iğrenç, kötü, çirkin gelen pekçok şey bana oldukça çekici geliyor. Ankara'ya en az iki saat gecikmeli gelen bu hatlara bindiğimde içeriden gelen haşlanmış yumurta, çemen, köy peyniri, çokokrem kokularıyla iyice sarmaş dolaş olmuş ağır ter ve havasızlık kokusu bende bilmediğim milyonlarca hikayenin varlığını, gidip göremediğim uzak anadolu şehirlerininin efsanelerini fısıldıyor adeta. Vazgeçemiyorum onlardan. Sıkıntıdan vagonların arasında dolaşan insanlar, susmak bilmeden ağlayan çocuklar, uyurken binbir garip şekle bürünmüş yolcular, birbirlerinin omzunda uyuyan çiftler, görevlilere görünmeden gizlice sigara içenler, onları yasak diye uyaran ukalalar, tren istasyonlarda durdukça inenler, binenler ve onların çuvalları, denkleri, valizleri... Hepsi hepsi görsel bir şölen ve nostalaji vadediyor insana.
Hem bu sefer ilk defa annemlerle bereber biniyoruz trene. Ben, erkek kardeşim, annem ve babaannem bu gece hep birlikte doğu expresinde olacağız.  Bizimkiler zaten İstanbul'a kız kardeşimin yanına gideceklerdi. Hadi bizde seninle gelelim dediler. Bakalım onlar nasıl bulacaklar treni.

- Eski günlüklerimi şöyle bir düşündüm de acilen onları dijital ortama aktarmam gerekiyor. Yoksa o kadar fazla ve ağırlar ki onları İstanbul Ankara arası taşımaktan çok sıkıldım. Hem bir çoğu el yazımın çirkinliği yüzünden okunamaz durumda. Bazıları ise o kadar bunalım ki geri dönüp okunmaya değmezler. Hem onları da elemiş olurum.
(Günlüklerimden bahsederken Andre Gide geldi aklıma. Güncesinde bazı günlerde yazdığı yazıları bunalımla birlikte yırtıp attığını söyler de içim hep cız eder ah niye o yazıları okuyamadım diye. İşte şimdi de ben öyle yapıyorum galiba. Gerçi o ünlü bir yazar bense sıradan bir blogcu. Kimsenin böyle birşey dikkate alacağını sanmam.)

4 yorum:

  1. hissediyorum ben sen içine yazarlık kaçmış...

    Meşhur filan olursan ben bu kızla nette tanışdımdı dicem:):)

    ama tren yolculuğu hakikaten güzeldir...

    YanıtlaSil
  2. hımhım, blogculrdan süper yazarlar çıkıyor, kendini hafife alma, hem senle daha sahafa gidicektik ki biz, ya da kendi kendime öyle hayallenmiştim :P şaka tabii :) sevgiler

    YanıtlaSil
  3. bence yazılanlar kıymetli,yazar olmasan da...
    bir dönemki günlüklerimi yok etmiştim,pişmanım çok...
    sevgiler:)

    YanıtlaSil
  4. "Gerçi o ünlü bir yazar bense sıradan bir blogcu. Kimsenin böyle birşey dikkate alacağını sanmam."
    böyle de ki bizde 'olur mu canım süper yazarsın' diyelim. seni yere bakan yürek yakan seni :)
    ama sezarın hakkı sezara, çok iyisin.

    YanıtlaSil

Yorum alın, yorum yapın. Bloglara can verin.