Sayfalar

12 Şubat 2013 Salı

Zaptedilemeyen Çocuk ve Onun Şirret Annesi

Dostlar, Diyarbakır'dayım. Gene! Moralim fena halde bozuk. Zira ben, saf yeni öğretmen bulunduğu şehirde beş yıl çalışmadan il dışı tayin isteyemediğini öğrendi. Hoş bazısı "Ne biçim öğretmensin, nasıl bilmezsin falan." diyecek ama bilmiyordum harbiden. Neyse yahu. Ben yolculuğumdan bahsedecektim aslında.

Dün akşam uçağıyla İstanbul'dan Diyarbakır uçağına bindim. Havaalanı çok çok çok kalabalıktı. İlk aramadaki kuyruk devasaydı. Sonra check-in kuyruğu bezdirici, kapılara giden kuyruksa ölüm gibiydi. Erken gideyim oyalanırım dediğim havaalanında uçak saatine anca yetiştim diyebilirim. Tabi uçak rötarlı kalkmasaydı. sekiz buçuk uçağı oldu mu sana dokuz. Sonra birde havada tur attı, valiz bandında bavulum bir türlü meydana çıkmadı. Oldu mu sana gece on bir. Yani bu yorgunlukla, ertesi gün çalış çalışabilirsen.

Uçağın içindeyse az kaldı, bir ara avaz avaz bağırıp "Durdurun, inecek var." diye bağıracaktım. O kadar daralmıştım.

Uçağa zar zor binebildiğimde sıranın en arkalarındaydım. Ve düşünün ki valizim ağır geldiğinden dolayı el bagajıma daha çok eşya binmiş ve ağırlaşmıştı. Bir de üstüne üstlük pencere kenarındaydı yerim. Yerime bir ulaştım ki ızbandut gibi iki adam orta ve koridora yerleşmişler, beni görünce sırıtıyorlar. "Iykk. Kimlerle havada bir başıma kalacağım yav." demekten kendimi alamadım. Adamlardan birisi "İsterseniz biz kayalım siz dışa oturun." dedi. Belli ki pencere kenarını asıl kendi istiyordu da ona yer kalmamıştı. Neyse koca koca adamların arasında sıkışacak değildim. Minnetle kabul ettim. Sonra da yerleştikten sonra özellikle adamlarla göz göze gelmeyim diye bir kitap çıkarıp okumaya başladım. Ta ki tavan bölümündeki minik paneller açılana kadar. Kafamı bir kaldırdım yanımdaki insan irisiyle göz göze geldim. Gözlerimiz çakışınca adam ani bir hareketle otuz iki dişini çıkartıp, heyecanla "Siz öğretmen misiniz?" diye sormaz mı? Yahu kardeşim, insan yanındakiyle iletişim kurmaya çalışır da bu kadar mı itici olur. Adam ansızın konuşmaya başladığında kendime hakim olmasam "ayy!" diye küçük bir çığlık koparacaktım. Haliyle adama o dakikada sinir oldum. "Evet, ne alaka?" dedim en ukala halimle. "Kitap okuyorsunuz da." dedi saçma sapan bir gerekçeyle. "He öyle mi?" diyerek kafamı bir kez daha eğdim kitaba ve bir daha da kaldırmadım. Yav, biliyor musunuz? İnsanlarla göz göze gelmemek için kafayı bir yere sabitlemek öyle sıkıcı ki iyice bunaldım. Ya, işte bu yüzden durdurun, inecek var diyecektim. 

Zaten uçağa binerken belliydi yolculuğun kötü geçeceği. Tünelde ilerlerken zaptedilemeyen çocuk ve annesi lap lap gelmeye başlamışlardı. Sonra da şıp diye arkamda duruverdiler. Çocuk kadını bunaltıyor ama yetmiyormuş gibi elimdeki bagajıma ayağıyla tekme atıp duruyordu. "Şişş, çocuğum yapma!" dedim haliyle. Kadın yüksek perdeden "H'anfendi bir şey mi oldu?" demez mi? "Çocuğunuz valizime vuruyor." dedim kuyruğu dik tutmaya çalışarak. Kadın suçun tekrar kendi çocuğunun üzerine kalmasından mütevellit, çocuğuna daha çok kızdı. Ardından da ilerlemeye başladık. Kapının ağzında trafik iyice sıkıştı. Çocuk ittirip duruyor beni. Resmen düşeceğim. Gene "Şişş, yapma!" dedim artık. Kadın oğluna gene kızdı ama bana da burnundan soluyarak baktığından da adım gibi eminim. O arada yürümeye başladık. Kol çantamın kulpu, çocuğun ittirmesi yüzünden, önümdeki koltuğa sıkıştı. Çıkartayım derken kadının "Çocuğumu eziyorsunuz h'anfendi!" sesini duydum. Hem de avaz avaz. Beni millete "çocuk ezici, çocuk düşmanı" gibi lanse etmeye çalıştı belliydi. Altta kalacak değilim. "Pardon" dedim. Pardon çıkalı eşekler çoğaldı dese yeriydi. O kadar pervasız, o kadar pişkince. Kadın "İnşallah yan yana oturmayız." dedi tıslayarak. Sırıttım. Ama göstermelik. Nasıl sinir olmuştum. Bir de koltuğumu bulunca gördüğüm iki gıcık, sırıtkan izbandut. Off! Bu yolculuk hiç iyi geçmeyecekti.

2 yorum:

Yorum alın, yorum yapın. Bloglara can verin.