Sayfalar

29 Temmuz 2010 Perşembe

Entel müzik zevkimizin içine tüküreyim

Kardeşimin kına gecesi kusursuz olsun, farklı olsun diye güzel ve hoş parçalar seçmek için tüm ev halkı elimizden geleni yapmaya çalışmıştık. Tabi biraz enteliz ya “Ay ne öyle Ankara'lı Namık felan, Kubat, Orhan Hakalmaz, Neşet Ertaş dururken” diyorduk ki kazın ayağı öyle değilmiş maalesef.

Kına akşamı açılışı yapmak üzere üç kız kardeş ve halam salonun ortasına geldik. fonda Kubattan oynak bir türkü çalmaya başladı biz de oynamaya. Yalnız nedense en oynak görünen bayanlar bile memmuniyetsiz memnuniyetsiz kıpırdanıyorlar yerinde. Allah allah bu kadınlar değil miydi daha iki sene önce ablamın düğününde oynamadım diye bana kızan. İkinci parça, üçüncü parça kimse çıkmak bilmiyor. Oyna oyna iyice yoruldum. Artık türk filmlerindekileri erkek jönler gibi salınma vaziyetine geçmiştim ki annem imdadıma yetişti çok şükür.

“Kızım, şu kapının kilidini bi açsana gelen altınları koyacağım.”

Burada bir anti parantez açayım, bizim adetlerimize göre bazı misafirler getirdikleri altın ve paraları geline değilde gelinin annesine verirler. Düğün sahibi çok masraf yapmıştır diye. Annemin dediği altınlar buydu işte. Haliyle ev kalabalık, kimseye güven olmaz diye o odayı kilitliyoruz. Tabi anahtarı da bende.

Neyse annemin derdini hallettim, odayı kilitleyip salona döndüm ki çok hoş bir Kıbrıs türküsü çalmaya başladı. Dillirga. Maaile bu türkünün hastasıyız zaten. Hem içini kıpır kıpır eder hem de huzur verir bu parça. Fakat görünen o ki türkü misafirlerin hoşuna gitmemiş. Hatta bir iki patavatsız kadın beni çekiştirip “git anam giiiiit, değiştir şu müziği, ne bu allasen” diyince ben de şalterler attı artık. Tüm topluluğa hitaben “oynamadığımız için böyle şarkılar çalıyoruz" diye yapıştırdım lafı. Yalan tabi, niye öyle yapalım? Aynı kadınlar "güzel oynanacak havalar seçmemişsiniz ki yoksa oynardık" deyivermezler mi? Yahu biz şu Ankara düğünlerine aynı şehirde olduğumuz halde ne kadar yabancıymışız meğer. Millet oynayacak müzik seçiyor, beğenmezse suratını büzüyormuş. Yengelerimden birisi sonradan bana “biz sırf bu yüzden kardeşimin düğününde havaları özel seçmiştik” demişti de durumun vahametini kavrayabildim.
Neyse Allahtan bilgisayarı salona taşırken modemi de yanında taşımışız da internetten kadınların istediği gibi Ankaralı Namık'ın en oynak, en pis, en gıcık, en hovarda şarkılarını çaldık da onlarda rahatladı bizde.
....

Zaten bizim bazı akrabalar harbiden bir garip. Kına gecesinde dağıtılan kıymalı pideleri şunu abime, kocama, çocuğuma, anneme... diyerekten çantalarına dolduruveriyorlar. Keza ayran ve kola kutuları da bir sürü olduğu halde hiç kimseye yetmedi. Hatta bir ara altın gibi onları da odada saklamak zorunda kaldık. Yahu insanlar bu kadar mı görgüsüz olur? Anlayamıyorum, hakikaten anlayamıyorum.


Not: Gece gece yazdıklarımı şöyle bir düşündüm de fazla abartmışım. Sanırım bunun sebebi Ankara'lı Namık'tan ziyadesiyle nefret etmem.

27 Temmuz 2010 Salı

Herşey ÇAy'la Başladı

Düğünle kına gecesi sonunda bitti. Kız kardeşime tekrar mutluluk dilerken bu mevzundan tamamen kopup başka bir şeyden, evdeki bir tartışmadan bahsetmek istiyorum.

Merasim İstanbul'da olduğu için gidiş dönüş toplam on saatimiz yollarda geçti. Gecenin bir yarısı Ankara'ya vardığımızda nasıl yorgunuz, nasıl yorgunuz... ama buna rağmen amcam daha içeri girer girmez "kitap, hadi bir çay koy bakayım." demez mi?

 Ne demek çay koy ya. Hepimiz aynı yolu geldik, hepimiz yorgunluktan yerlerde sürünüyoruz, hepimizin dili dışarıda ama hiç olur mu, biz geleneklerimize bağlı bir aileyiz, uzun yol dinlenmesini sadece erkekler, yaşlılar ve misafirler yapabilir. Biz evin genç kız ve gelinleri yapamaz. Biz sadece aynı yolu çektiğimiz erlerimize yol yorgunluğunu çayı yapar, yemek hazırlar, ordan oraya koşturur dururuz. Aaa, ne bu ya, dayanamıyacağım artık. çekiyorum restimi. "Bir tek siz yorulmadınız, ben de biraz dinlenebilir miyim?"

Bunu söylediğim anda salondaki erkeklerin hepsi donup kaldı, hayır söylediğimde ne varsa, sanki mahalleye bomba falan düştü. üf ya, bunlar bir yataklarını toplamazlar, giysilerini kirliye atmazlar, öğün arasında karınları acıkınca mutfağa gitmek yerine ekmekaralarını bizden beklerler. Zaten biz robotuz, hiç yorulmayız, duygusuzuz. Yahu yanıyorum yanıyorum dışarıda sosyal demokrat geçinenler bile ev içinde ultra gelenekçi oluyor ona yanıyorum. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. ulan şu meseleye kafamı takmaktan kardeşimin evden gidişine tam olarak üzülemedim bile be.

Neyse ben dinleneyim diyene kadar çoktan yengem çayı hazırlamıştı bile. ayrıca yaptığım küçük çaplı başkaldırı da evdeki başka hiç kimse tarafından benimsenmedi. Bir tek halam. "oda oyum çekimser ama aslında ben senin yanındayım diyenlerden" o kadar. Onun hislerine tercuman olduğumu fısıldayarak söyledi anlayın artık. hoş, o cenderenin içinde ben yok muyum sanki. Çay tepsisi önüme gelipte çayımı bir güzel almaktan hiç de geri kalmadım doğrusu. Var ya bunu yaparken, kendimi kapitalizm karşıtı olduğunu söyleyen bir kapitalist gibi hissettim. Yok olmayacaktı böyle, bende açtım ağzımı yumdum gözümü.

"Amacım, size saygısızlık, itaatsizlik etmek değil (itaat mi?) ama bir tek siz bir sürü yol çekmediniz ki hepimiz yorulduk. ne diye hemen kadınların size hizmet etmesini bekliyorsunuz. hem bir kere kadınların bünyesi erkeklere göre daha zayıf onlar sizden daha fazla yoruluyorlar."

Peki buna tepkileri mi ne oldu?  HİÇ. dediklerime karşı tepkileri koca bir HİÇ. Dudaklarındaki alaycı kıvrımlarıyla beni muhattap dahi almadılar.  Hatta sanki fıkra anlatıyormuşum gibi bazıları baya baya güldü bile. Beni diğerlerine göre en çok muhattap alan halamın eşi bile "sen eski zamanlarda olsan kim bilir ne yapardın, o zamanlar hayat daha zormuş, yaşatırlar mıydı bakalım seni" deyiverdi. Ay bu lafın altında kalır mıyım ben, hemen cevabı yapıştırdım. "o zaman bir kadın hakları şehidi olarak tarihe geçerdim." Konuş konuş, artık nasıl kendimi kaptırdıysam annem "kitap, sus istersen" diyor, ablam kaş göz işareti yapıyordu. tek yandaşım halamınsa sadece hayaleletimsi bir varlığı vardı o kadar.

Yok, kimse muhattap almazsa almasın. Ben yine de bu görüşümü savunmayı devam ettireceğim. Yahu hala anlayamıyorum nasıl bir mantıktır bu. Kızın yatağını toplaması onun görevi iken, erkeğin aynı şeyi yapması olsa olsa kadınara bir lütufmuş gibi lanse ettiriliyor. Hadi yine iyisiniz hanımlar işinizin bir kısmı azaldı benim sayemde.

Allahım sen insanlara akıl fikir ver. Hele böyle basit bir tartışmadan dolayı adımı feministe çıkaranlara daha çok ver.

Not: Bir hışımla yazarken bizimkileri oldukça kötü lanse etmiş gibi oldum ya burada benim amacım onları kötülemekten ziyade bazı geleneklerin saçmalığı eleştirmek.

23 Temmuz 2010 Cuma

İnternette dedikodumuzu mu yapıyorsun?

Korktuğum şey en sonunda başıma geldi.

Dün gece baykuşları oynayıp kahvaltıya geç gelişimden faydalanan kız kardeşim hemen blog yazdığımı yumurtlayıvermiş evdekilere.  Annem hiç durur mu?

"Kitap, demek yazı yazıp internette yayınlıyormuşsun ha"

(Hemen düşün, annemin kızacağı birşey yazdım mı?)
(Baykuşların şahı erkek kardeşim, yoksa dün gece blogun adını mı gördü?)
(Ulan bu evde artık bilgisayarlar da mı karıştırılıyor?)
(Yoksa internet geçmişini silmeden mi yattım?)
(off, çok mu paranoyağım?)

"Kim söyledi, nerden biliyorsunuz, okudunuz mu yoksa?"
"Aaa, hakkaten yazıyormuş. niye göstermiyorsun, bizim dedikodumuzu mu yapıyorsun?"

(Sıçtık ya, bu da sıvama kısmı. Artık yazdığımı kesin olarak anladılar.)

"Şeyyy, kem küm, kendimden bahsediyorum ehe, siz mi? belki birazcık"
"Demek ondan saklıyormuş bilgisayarını bizden"
kız kardeşim hemen "şifreli değil mi dosyaların niye saklıyorsun ki"
(Allahım bilgisayarı karıştırmış söylüyor bir de utanmadan ya, ben seninkini karıştırıyor muyum?)

Olay şuymuş aslında. "Sevgili" kız kardeşim bana "Canım çok sıkılıyor" dediğinde "Blog tut acayip rahatlıyor insan" demiştim. Ah, ne cindir o, hemen anlamış tıkır tıkır yazdığım şeylerin blog olduğunu. Sonra da ben bu sabah kahvaltıya biraz geç geldim ya hemen söyleyivermiş sofradakilere. Şimdi herkes adresini ver diye tutturdu. Bakalım daha pek bir şey bildikleri yok. Ama sevgili internet ve bilgisayar kurdu ailemin (abartmıyorum annem bile öyle) beni keşfetmesi yakındır. Yakında annemin adsız olarak girip "yazını çok beğendim kızım" lı, bol gülen suratlı yorumlarını görürsem hiç şaşırmam.

Galiba artık evde yazarken öyle fazla göze batmasam iyi olacak.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Bİr Kaç Ukala Gezi Öğüdü

Bu gezi fragmanında başıma türlü türlü aksilikler çıkması iyi oldu aslında. Böylelikle "asıl Türkiye turum" için kendime küçük küçük notlar çıkarmış oldum. Bunları da, ukalalığımı mazur görün, buraya yazmak istedim.

Şimdi maddelere geçmeden önce en önemli şeye değinmekte yarar var.

Geziye çıkarken kalabalık çıkmaktansa "en iyi arkadaşım" diye nitelendireceğiniz kişilerden ziyade sizi eğlendiren, kafa dengi, çıkan aksiliklerde mantıklı davranan, mızırdanmayan ve en önemlisi kendinizi ona karşı fazla sorumlu hissetmeyeceğiniz bir ya da iki kişi seçmeniz çok daha iyi olur. Bazı yerlere yalnız gitmek de eğlenceli olabilir fakat o zaman da hiç bir fotoğraf karesinde görünmeme gibi kötü bir durum da söz konusu. Ben de  geçen sene yalnız gittiğim Konya gezimin bitiminde albüme bakarken bu korkunç gerçeği keşfetmiştim maalesef. Ayrıca "el bagajı olarak tarif edeceğimiz" çekçekli küçük bir valize sığacak kadar eşyamız olmalı ama ihtiyacımız olan elzem şeyler de içinde bulunmalı. Sonuçta gezeceğiz mi hamallık mı edeceğiz. Artık izninizle maddeleri sıralayım.

1. Eğer şehir ya da kasaba gibi yerleri geziyorsak yanımıza gereksiz yere fazla su almamamız iyi olur. Hem artık neredeyse her yere bim açılmış durumda. Bu ihtiyacı oldukça ucuza oralardan karşılayabiliriz.

2. Yanımızda mutlaka olips, lolipop gibi şekerler bulundurmalıyız. Yoksa yolculuğun heyecenına kapılıp kan şekerimizin ne kadar düştüğünü fark edemeyip birden halsizleşiveririz maazallah. Bir de mutlaka ama mutlaka ağrı kesici ve -midesi kolay bulananlar için- bulantı hapları.

3. Genel hatlarıyla da olsa gezi planı yapmalı ve gidilecek yerlerin biletlerini önceden kestirmeliyiz. Bunun en ucuz yolu tren tur kartı almak. Böylece kaçırdığımız bir yolculukta paramız yanmamış olur.

4. Üşümemek, garlarda, terminallerde uyurken üstümüzü örtmek için yanımıza mutlaka şal, hırka gibi bizi sıcak tutacak birşey almalıyız.  Benim Arifiye'de beklerken resmen mıçım donmuştu. İncecik gömlekle ortada kala kalmıştım. Sakın siz de öyle olmayın. (Zaten bu Arifiye'den korkmaya başladım. Şu büyük memur grevinde de orada tam altı saat mahsur kalmıştım. Ama bu çok uzun bir mevzu ona da bir ara değinirim artık.)

5. Minicik, ufacık bir seyahat yastığı ile daha rahat uykumuzu alabilir böylelikle daha dinç gezmiş oluruz.

6. Pratik temizlik malzemeleri olarak peçete, minicik tüplerde pürel, sabun, deodorant, ıslak mendil, şampuan, diş macunu, krem gibi şeyleri yanımıza almalıyız. Girdiğimiz tuvaletlerde sabun olsa bile kendi sabunumuzu kullanmakta yarar var. Zira çoğunda o kadar uyduruk sıvı sabun var ki.

7. Olası aç kalmalar için yanımıza kokmayan, çabuk bozulmayan, az yağlı yiyecekler almalıyız. Eğer bir yere oturup yemek yiyeceksek uzun süreli tok tutan protein açısından zengin gıdaları tercih etmeliyiz. Et ve baklagil gibi.

8. Fotoğraf makinesinde şarjlıdan ziyade pilli olanını tercih edersek daha rahat ederiz. Pil her yerde bulunur sonuçta. Bir de ben makinenin piksel ayarını biraz düşürerek kullanmayı tercih ediyorum. Böylece hafıza kartı normalden çok daha fazla fotoğraf almış oluyor. 

9. Yanımıza kitap alacaksak fazla ağır olmamasına dikkat etmeliyiz. (örneğin; benim yaptığım gibi 1000 küsür sayfalık nal gibi karamazov kardeşler'i yanınıza almaya çalışmayın.) Onu da mümkün olduğunca bitirmemeye çalışsak iyi ederiz. Böylelikle kitap bitince boşluğa düşecek gibi de olmayız. Eğer okumadan duramam ben diyorsanız okuduktan sonra atabileceğiniz gazete, dergi gibi şeyler almakta yarar var. Ya da en güzeli telefonunuz destekliyorsa e-kitap okumak.

10. Ayrıca yanımıza aldığımız şeylerin ultra küçük ve hafif olmasına da gayret etmek gerekiyor. çok giysi taşımaktansa fırsatını buldukça yıkayabileceğimiz, çabuk kuruyan bir kaç giysi daha çok işimizi görür. Ama en önemlisi iç çamaşırı olduğuna göre ben ucuz ucuz alıp her seferinde atmayı tercih edenlerdenim. Zira kirlilerini yanımızda taşımak ya da onları yıkayıp kurutmak tam bir işkenceye dönüşebiliyor.

11. Gezi de imkanlar el verdiğince her an internete bağlanabileceğimiz bir telefon ya da netbook ve vınn gibi aletlerimiz olmalı. Bunun şu gibi bir yararları var. Bir kere biletleri net üzerinden hızlıca rezerve ettirebilir veya satın almış oluruz. Böylece gezi zevkimizin içine de turp sıkılmamış olur. Hem anında gezi notlarımızı paylaşabilir, anında hava durumunu öğrenebilir ve gittiğimiz yerin hakkında çeşitli bilgiler edinebiliriz. Hem artık bir çok cafe, lokanta, müşteri çekmek adına, onları şarj etme imkanı tanıyorlar.

12. Yolculuğa çıkmadan önce olası aksilikler, yorgunluklar, banyo ihtiyacı için düzgün ve ucuz oteller belirlemekte yarar var. Bunun için küçük oteller kitabının sitesi ziyaret edilebilir aslında.

13. Diğer unutulmaması gereken şeylerse telefonumuzda gerektiğinden fazla tl yüklü olmalı sonuçta ne zaman ne olacağı asla belli olmuyor. Ayrıca mutlaka ve mutlaka yanımıza hesabımızdan daha fazla para almalı ve olası hırsızlığa karşı paramızın hepsini nakit olarak taşımamalıyız.

14. Son olarak eğer hatıra eşya satın almayı seviyorsanız satın aldıklarınızı fırsat buldukça kargoyla eve göndermek çok akıllıca bir davranış olur. Yoksa onların hamalı olmaktan illallah geliyor insana. Ve lütfen her hatıra eşya isteyen eşe dosta da aldırmayın. Sonuçta paramız sınırsız değil ki, çok istiyorlarsa buyursunlar paralarını kendileri göndersinler.

20 Temmuz 2010 Salı

şikayet ediyorum

Geçen ay İstanbul'da her zaman yapmak istediğim Türkiye turunun bir fragmanını gerçekleştirmek üzere yol arkadaşımla bir sabah Haydarpaşa tren garında buluşmuştuk.
Geziye "Hereke" ile başlayıp, "Sapanca'yla devam edip gece de Eskişehir'e doğru yol alacaktık ki biz iki avare tren bileti almayı unutmuşuz. Gara telefon ediyoruz yerimiz yok diyorlar. Kaldık mı Sapanca da lök gibi. Gecenin bir yarısında İstanbul'a telefon etsek, iki saat arkadaşın babası ile uğraş dur. Dönmesen de ne yapacaksın, gece sokakta mı yatacaksın, cepte öyle otelde kalacak kadar para da yok. Hoş olsa da bizimki korkarmış öyle otele falan gitmeye. off, aldı mı bizi bir korku. Artık sorduk soruşturduk, herkes oraya gidince mutlaka bilet bulursunuz dedi. Biz de en sonunda  ya Allah dedik, Arifiye'ye doğru yollandık. Bir de gara vardık ki ne bileti ertesi gün öğlen ikiye kadar yer yokmuş trenlerde. Gişedeki adamsa tam bir buzhane. ne sorarsak sadece sorduğumuz kadarına cevap veriyor ne eksik ne fazla.
"Eskişehir'e yer var mı?"
"Yok."
"Hiç mi yok?"
(kafa sallama hareketi)

Saat olmuş gecenin on buçuğu. Buradan ne Ankara'ya ne İstanbul'a ne Eskişehir'e hiçbir yere otobüs de yok. Endişemiz, korkumuz yüzümüzden okunuyor, bir iki bir şey söyle değil mi? Yok beyefendi işini yapar sadece. Ulan yakışıklı adam dediydim ya cıks, iş yokmuş herifte.
El mahkum korksak morksak da sabahlayacağız garda. Bekle bekle ufak ufak atışmaya da başladık zaten.

"Sana bilet alalım demiştim değil mi?"
"Köpekten korkup bir an önce gidelim diye tutturmasaydın alırdık."

Sonra da  iyice arabesk olup
“Kızım, şu kadın iyi yürekli birisine benziyor, belki bize yardım eder.” demeye başladık ki tamam. Teyzeye de iyi yürekli dedik ya az sonra Nuri Alço'da elinde gazozuyla gelirdi herhalde.

Vakit ilerledikçe üşümeye de başladık. Yok, bu ayazda başımıza hiç bir şey gelmese donarak ölürdük herhalde. 

“ Buldum en iyisi biletçiye gidip "nereye yer var peki" deyip o trene binelim, böyle üşümektense” 
Bunu hemen uyguladık ama işe yaramadı. Ne geceymiş ya hiçbir yerin hiçbir trenine yer yok.

“Hah, buldum. İlk gelen trene binelim biletçi adama yalvarırız bizi alır trene”
Böyle böyle daha bir sürü arabesk fikir.

Yalnız bir şey farketmiştik. Kimse bileti olmadığı halde gerisingeriye trıs trıs gitmiyor, inatla bekliyordu ki birden ampulümüz yanıverdi. Hemen gişedeki difirize doğru yollandık. 

“Peki biletsiz trene alıyorlar mı??”
(Artık buna da olumsuz yanıt verirse, gişenin içinde oturabilir miyiz diye yalvarmayı planlıyorduk.)

"O zaman cezalı bilet keserler"
“Gerçekten mi? Sadece o kadar mı?”

Şimdi bizim bunu duyunca çok sevinmemiz gerek değil mi? Dıııt! yanlış cevap. Biz o anda adama şöyle iki tokat çakmak istiyorduk sadece. Deminden beri boşuna mı üç buçuk atıp duruyormuşuz. Ulan, burada korkudan göbeğimiz çatladı be. Hayır yani, adam görüyor bizim nasıl kıvrandığımızı, ne yapacağız dediğimizi, ne diye en baştan bunu söylemiyor sanki.

Anlayacağınız Arifiye tren istasyonundaki genç gişe görevlisininden şikayetçiyim. Biz iki Türkiye turu fragmanı gerçekleştirmeye çalışan salak kızla ilgilenmediği için.

Not: Bu bana ders olsun. Bir daha ki gezime çıkmadan önce bütün biletleri elimde hazır bulunduracak ve olası konaklamalar için düzgün ve ucuz oteller belirleyeceğim.

    17 Temmuz 2010 Cumartesi

    Böyle Ağrı Dostlar Başına

    Bu aralar evdeki kalabalıktan bir nebze olsun uzaklaşabilmek için daha geç yatıyor fakat ondan sonra da evde yaşayan zombiler filmi çekiyorum. Zira kod adı babaanne olan ajan beni bir öğlene kadar uyutmuyor ki anasını satayım. Gündüz internetle ilişkim sadece masaüstü bilgisayarının önüne birikmiş bebeler kalabalığını yararak "çekilin, çekilin çekilin" deyip bloxoo da işler ne alemde ya da yazıma yeni yorum gelmiş mi diye şöyle bir bakabilmek, o kadar.
    Onun dışında köşeme çekilip yazı yazma gibi bir eylemde bulunmanın lafını bile edemiyorum. Allahım, o kadar boş, bomboş, bosumbosumboş günlerim vardı da bir blog açayımda yazayım rahat rahat, oh mis demedim. Şimdiyse resmen yazmak için vakit yaratıyorum kendime.

    Ancaaaak, hikayenin bu aşamasında bende bir bel ağrısı peyda oldu ki dostlar başına. Sabahtan beri "Aman bana dokunmayın belim ağrıyoo" uzun havasını çığırıp duruyorum. Evdekiler bu ağrıda nereden çıktı, nedir, ne değildir diye "kurtarıcı" ağrım hakkında dedikodu yapadursunlar bayan mantık dehası ablam "üstün açık mı yattın" diye bir bilir kişi raporu sununca mevzu da oracıkta kapanıverdi. Yalnız bir anda benim gözlerde bir felfecirlik bir efendime söyleyim nur saçmalar meydana geldi ki hemen aşağı indirdim bakışlarımı. Bunu kimse görmemeli kih kih kih. (korku filmi efekti) Breh, breh, breh, böyle ağrıya can kurban yav. Ne sürekli adımı çağıran var, ne şu işi yap, şu alışverişi yap diyen. Sabah şöyle bir sofra kurmaya, ablamın bebeğini oyalamaya çalıştım ya ııh, valla durulacak gibi değil. Yani anlayacağınız kafamı bozmasınlar vallahi üstüm açık yatarım.

    16 Temmuz 2010 Cuma

    assolist üzülme seni ben önemsiyorum.

    Düğün öncesi stresinin gölgesinde rahatlama geyikleri yaparken erkek kardeşim bir ara "abla ne anlıyorsun şu milkshake'ten. Dondurmalı süt işte" deyince geyiği meyiği unututup  direk  ikimizin de tükrük bezleri son sürat horon tepmeye başladı. Laaaan, düşünsenize evde sürahiler dolusu milkshake. Çatlayana kadar iç iç iç iç. off be!
    Hemen mübarek google efendiyi açıp yalvardık yakardık "ey ulu google, ey internetin en cini bol arama robotu, muzlu milk shake tarifi acep nirde bulunur, bize bir göster, gözünün yağını yiyim" Bu aralar iç güceysinden hallice google, getire getire bizi bir bloğa getiverdi. Kardeşim "abla site blogsa iyi, onlar nedense yaptıkları işi hep ciddiye alıyorlar. " dedi demesine ya blogta bir tuhaflık , böyle bir rahatsızlık efendime söyleyim bir fevkaledenin fevkindelik vardı sanki. (Bülent ablaya selam)

    Sevgili blog editörümüz yazıda tariften önce dispiritörü veya beğendiği bir markanın milkshake mikseriynen neler yaptığından bahsediyor. (yalnız dikkat!  milkshake için özel mikser(!) ) Araya da kendi çektiği aşama fotografları da serpiştirmiş, altına da nihayet koyduğu başlığın yüzünü kara çıkartmayacak bir iki satırlık tarif. Hadi diyelim ki tamam, yazar ne yapsın kısacık tarifle de olmaz ki, yazıyı biraz doldurmak gerek. Eyvallah da yahu ey yorum yapanlar sizlere ne oluyor. Tarifle ilgilenmediğinizi bu kadar belli etmesenize. Abartmıyorum sırf resimden görünen mutfak hakkında dahi yazmışlar da yazık garibim milksahke ile kimse ilgillenmemiş. eee, işin ucunda yazıdaki promosyon var değil mi? Yahu assolist o be. Başlığa bile onun adı verilmiş. Yok, vallahi dayanamayacağım link'i veriyorum. bir de siz bakın bakalım. muzlu-milkshake-tarifi

    Bu arada ben de isim değiştirip bir yorum bıraktım oraya. Bakalım kim olduğumu anlayabilecek misiniz?

    14 Temmuz 2010 Çarşamba

    Açın bulaşık makinelerinin önünü

    Hatırlarsınız bir reklam dönüyordu televizyonda. Kadir çöpdemir bulaşık makinesiyle ev kadınlarını yarıştırıyordu da biz de makinenin ezici üstünlüğüne sevinçle şahit oluyorduk. O dönem bir çok kadın "vay be ne tasarruf" deyip yıllarca örümcek ağı olmuş, hayata küsmüş makinelerini çalıştırmaya başladılar, olmayanlarsa bu marifetli aletten satın aldılar güle oynaya. Hatta biz de o zaman almıştık bulaşık makinemizi.
    İtiraf edeyim, onun eve gelmesine en çok ben sevinmiştim. Çünkü maşallah çekirdek mekirdek aileydik ya ne bulaşıklar çıkartıyorduk. Kimse hatta annem bile asla çıkardığı bulaşığı kendi yıkamazdı mesela. su içen kaldırmazdı, başka biri de o bardaktan içmez yeni bardak alırdı dolaptan. Yemek pişerken envai çeşit kaşık, çatal çıkardı ortaya. Et doğrarken "bu kesmiyor, bu kesmiyor, aaa bu da kesmiyor" diye diye bir sürü kesici aletle dolardı tezgahın üstü. kesme tahtası yıkanarak kalkmadığından onun gibi üç dört tanesi daha arkalı önlü kirletilir, ardında neredeyse kardeşimin çeyizindeki tahtaya bile saldıracak hale gelirdik. Bir de utanmadan "anne, evde hiç kaşık çatal yok, yenilerini alsak" derdik pişkin pişkin. Yani anlayacağınız biz makine  almayalım da kimler alsındı. Böylece makinemiz "bir yaz gecesi rüyası" olarak evimize girmiş  bulundu.

     Allahım ilk günler nerdeyse sarılacağım gelmişti ona. "canımmm, bitanem, sen bizim kurtarıcımızsın, sen var ya sen sen sen..."
    Fakat bunlar cicim aylarıydı, meğer asıl dert sonra başlıyormuş.

                                                                     * * *

     Bir gün babaanne, hala ve teyze kod adlı korkunç ajanlar peyda oluverdi hayatımıza. O günden sonra da onunla benim arama girip bize hayatı zehir etmeye başladılar. Halbuki bizim ilişkimiz güzeldi, aşktan sevgiye evrilen birliktelikler gibi düzeyli ve sadıktı.

    ilişkimizi bitirmeye yemin etmiş bu ajanlar ise pusuya yatmış bizi gözlüyor, ona karşı yaptığım ilk hatada hemen fitne mekanizmasını çalıştırıveriyorlardı. Oyunları çok pek çoktu. Bunlardan en önemli üç tanesiniyse şöyleydi.

                                                               * * *

    Hata 1: Makineciğimin karnını geç doyurmak.

    Uzman ajan: Babaanne

    Alanı: Yıkanmayan bulaşıkları ele geçirmek.

    Mağdur: her ikimiz

    yemek, kahvaltı,çay bilimum şeyin ardından hemen bulaşıkları makineye dizmeliydim yoksa babaanne gizlice onları elde yıkayıvermiş olabilir. Hem de makine de yıkamanın ne kadar önemli olduğuna her fırsatta dem vurduğu halde. Şimdi bu sevgili makineciğime yapılan bir hakaret değil de nedir söyleyin. Elinde yıkayıp bizim kalbimizi kırdığı yetmiyormuş gibi bir de "yıkamıyorlar anam ben olmasam bunların hali nice olur. peehh!" gibisinden dedikodumuzu da yapar. Makineye içten içe kin beslediğinden şüpheleniyorum.

    Hata 2: Makinemi yıkanmamış şeylerle beslemek

    Uzman ajan: Teyze

    Alanı: Durulanmamış bulaşıkları ele geçirmek

    Mağdur: Yalnız ben

    Bu hatada makineciğim için hava hoş aslında. Zira kendi süzgeçleri öyle küçük delikli ki hiç bir şey içine kaçmıyor. Maşaallah cillop gibi de yıkıyor canımın içi.
    Bu takıntılı ajan babanneden bile sinsi maalesef. Ben işimi yaparken etrafta sinsice dolanır ve ondan sonra bir fırsatını bulup kaşla göz arasında foş foş hepsini yıkayıverir. Evet teyze de makinenin tasarrufundan dem vuranlardan. Fakat onca su akıtması ile nerede kaldı o tutumluluk, değil mi?

    Hata 3. Makineciğimi düzensiz beslemek

    Uzman ajan: Hala

    Alanı: İşimi yaparken taciz etmek

    Mağdur: her ikimiz

    Bizi asla yalnız bırakmamaya yeminlidir bu ajan. Ayrıca babaanne gibi ilişkimizi kıskanır. Emeli aramızı bozup onu benim elimden almaya çalışmaktır. Sevdiceğimin karnını doyurana kadar başımdan bir an olsun ayrılmaz, bik bik her koyduğum tabağa bir kulp takar. "o öyle mi konur, düzelt şunu" en tipik cümlesidir. İçlerinde en tehlikelisi odur.Zira uyguladığı yıldırmaların tasarruf adı altında olmadığını anlamak oldukça zordur. Tıkış pıkış yaptığı makinenin içinden mutlaka yıkanamayan bir şeyler çıkar. Makineciğim de ağzindan lokma kaçırılmış bir karga kadar, işini iyi yapamamış bir tesisatçı kadar yara alır. beni ise aaaahh ah, hiç sormayın.

                                                                * * *

    Maalesef daha onlardan kurtulmanın yolunu bulabilmiş değilim. Bu yüzden ilişkimizde ipler iyice gerildi. onları hele babaanneyi uzak tutmak için bin türlü numaralar yapıyorum da bana mısın demiyorlar. bakalım bu işin sonu nereye varacak. merakla bekliyorum.

    13 Temmuz 2010 Salı

    Bana bu adı onlar verdiler

    Adımı neden "kitap gibi kız" koyduğumdan bahsedecektim değil mi? Öyleyse bodoslama konuya girelim.

    madde 1. Erkekler

    Ne zaman bir bebeden hoşlanayım. Onunla konuşurken konuşurken hoop, konuyu yine kitaplara kaydırıyorum. ve tabiki sıçmış bulunuyorum. Eğer bir de kitap okumuyorsa bebe,  salak gibi neden okumadığını irdeleyip tavsiyeler veriyorum ki bu da sıvama kısmına giriyor artık. Hoş, ben hala işin bundan dolayı bozulduğunu saf saf anlamıyordum aslında. Ancak
    sevgili arkadaşım Gül'ün yakın arkadaşından fena halde hoşlanıyorken bu acı gerçeği anladım.bir gün bu çocukla, hep beraber üsküdara giderken oğlan birden bu semt isimlerini nereden bulup koymuşlar diye bir laf attı ortaya. Tabi ben entel kezban durur mu? Hemen birşey söylemem lazım.
    "Haldun Hürel'in istanbul semtlerini anlatan bir kitabı var ondan bakabilirsin."
    Höh! ukalalığın daniskası. Gül o anda "ulan kitap (kendime kısaca kitap diyeyim.) bütün işi berbat ediyorsun diye" gözlerini belerte belerte bana dönüp
     "Yahu bir kitabında yazarını hatırlama be!" deyiverdi.

    Allahım bozum bozum bozuldum resmen. Dedim bir daha böyle olur olmaz yerde kitaplardan bahsetmeyeceğim.

    Sonrasında  ne kadar arkadaşa sorduysam "evet kitap. kitaplardan bahsederek korkutuyorsun insanları" dediler. 
    Yine de anlamamazlıktan gelip sadece sinirlendim onlara.

    Allahım ben mi korkutuyormuşum. Yazık korunmaya muhtaç, kendi işini göremeyen kitaplardan mı korkuyorlarmış. peh!
    Ne yani şimdi virginia woolf'un kocası gibi bir kocam olsa dediğim için mi? yoksa andre gide gibi cezayir'e gitmek istediğim için mi? korkuyorlar benden. Allah Allah ya.
     Tabi bunları derken beyin şarj etti.

    Evet sanırım korkutuyordum. off, ne yapacağım şimdi. Şu hale bak yahu, meğer ben bunları söylerken bebeler yanımdan seni taktir ediyorum kitap, devam et kitap, süpersin kitap, Allah Allah deyip de geçme kitap, diye diye gerisin geri uzaklaşıveriyorlarmış benden.

    madde 2. Kızlar

    Adın çıktı dokuza inmez sekize hesabı ben de "ne çok kitap okuyorsun öyle" de kaldım. Halbuki olay şu: Yurtta gürültüden okuyamadığım için genellikle yolda ve kantinde kitap okuyorum. Bir de zırt pırt kitap alacak para nerde, kütüphane kullanıyorum. Eee, tabi yepyeni cillop gibi kitap nerde oralarda. Güve yenikli, kapağı kopuk eski püskü kitaplar çoğu. millet de beni bunlarla görüyor ya hemen yazıyorlar. 

    "vayyy sahaftan ha." (sahaflardan nefret ederim) "kızım seviyorum seni ya ne zaman görsem kitap okuyorsun" (okul yeni açıldı ve beni ikinci defa görüyorsun.) "Vaşş, okuya okuya eskitmişsin be. (ben değil, uyuz kütüphane okuyucuları)
    Oyyy oy! insanlar maalesef ne anlamak istiyorlarsa onu anlıyorlar.

    madde 3. kitap yamayıcıgiller ve saz arkadaşları 

    Çok okuyor diye şöhret olduk ya sağdan soldan kim varsa beğendiği, sevdiği kitabı bana okudun mu diye soruyor bu sefer de. Okumadım dediysem eğer o anda vay halime. "kitap inanamıyorum, nasıl yani,  hani sen çok okuyordun aaaaa." Sanki etrafta "ben dönyanın en gozel kitap okuyucusuyum" diye dolanıyormuşum da. Haspam, dünyada okunmadık bir tek o kitap kalmış bana trip atıyor. Kimisiyse daha beter. Resmen kızına yamamaya çalıştığı damat gibi kitaplarını yamamaya çalışıyorlar bana. Yahu illaki senin sevdiğin kitabı okumak zorunda mıyım? Ona da ukalaca bir cevap buldum artık napayım, "prensip olarak başkasından ödünç almıyorum. yalnız kütüphane" Gerçi bu bazılarında yine de işe yaramıyor maalesef. "Aşkolsun kitap, ben yabancı mıyım? okuyunca getirirsin, ne var işte" Ulan cins, üzerine ben bir su devireyim de, böyle lahana gibi bir açılsın, sen yine öyle konuşacak mısın bakalım?

    Anlayacağınız dertliyim. Bana harbi harbi "kitap gibi kız" muamelesi yapıyorlar zira. Hoş, bu yazıyı yazarken farkettim de, ben de az kaşınmıyorum galiba:)

    10 Temmuz 2010 Cumartesi

    Yeter artık çeyiz çeyiz nereye kadar?

    Fenalıklar geçirmek üzereyim. kız kardeşim bu ay sonunda evleniyor ya kabak benim başıma patladı. çeyiz alışverişine çık, çeyiz dik, çeyiz işle, çeyiz hazırlayanlara yemek yap, çeyizler hakkında fikir beyan et, çeyiz çeyiz çeyiz... yeter artık ya yok mu benim kendime göre hayatım? yok mu benim ilgileceğim başka işler, daha ben evlenmeden evlilik mevzuularından soğutmak niye, harbiden anlamıyorum. Görsünler bakalım ben evlenirken bir tane şeyle ilgilenirsem. Sonuçta tabak çanak değil mi O iyi markaların hepside çok güzel seçmeye ne gerek var, en ucuzunu al gitsin. zaten elzem şeyler dışında şu sürekli eve yatırım yapanları hiç anlamıyorum.

    Hayır kesinlikle kardeşimi evlenebiliyor diye kıskanmıyorum. Allah mesut etsin. Etsin de, herkes derdini gelip benimle paylaşıyor.Her düğünde böyle, "ağlama duvarı" na dönüyorum şerefsizim.

    Ya işte ne şartlar altında yazıyorum bloğa anlayın. Allahım meğer ne zormuş blog düzenlemek. HTML yi karıştır karıştır ancak bu hale getirebildim. şöyle göz yormasın, düzenli olsun diye çabaladım durdum. yahu diğer blogger'lar nasıl buluyorlar öyle güzel resimleri, ben ara ara ara, dün gece sabah ezanı okunuyordu yattığımda. Fakat içime sindi, güzel olmuş değil mi?

    sıkıldım ki bu blogu açtım

    Ne zaman çoook sıkılsam bir blog açıyorum. şimdi de öyle yaptım işte. Vallahi internet blog çöplüğüne dönüşürse bilin ki suçlulardan birisi de benim.
    "Bakalım bu sefer gerçekten devam edecek mi?" diye gözlerinizi devirdiğinizi görür gibi oluyorum. ama yoo, kesinlikle devam edeceğim. zira kimselerin okumadığı günlükleri yaz yaz nereye kadar... zaten tam techizatli ev kızına dönüştüm. Geçen sene hayıııır, nolamaaaz, bana bunu yapamazsınız, herkesin bir fiil dağıttığı evi ben toparlayamam derken bu sene ne oldu ise kuzu kuzu topluyorum etrafı. Bulaşıkları, çamaşırları makinayla da olsa yıkıyor, evi süpürüyor temizlik yapıyorum da bana mısın demiyor. Şimdi bundan dolayı aldı mı içimi bir korku. Ben de mi şartların çarkında kendimi ezdirecektim, bende mi bu ev insanları potasında eriyecektim ha. halbuki benim ne hayallerim var bir bilseniz, türkiye'yi dolaşmak mesela köy köy, şehir şehir. Neyse yazım çok karışık oldu ama idare edin gecenin bir vakti ancak bu kadar oluyor. haydi eyvallah!